GİTMELERİM...

Başlatan sevda, 13 Eylül , 2008, 15:40:30

« önceki - sonraki »

sevda

Dönüp dolaşırken sahillerimde kıyı şeridi tek kalıyor benim ellerimde. Ötesini geçemiyorum yüreğim el vermiyor, korkuyorum ve tekrardan o soğuk yatağımdan uyanırken bocalayıp yerlere düşeceğimden korkuyorum. Daha bugün tekrardan yollara düşmüşken bedenim sınırları belleyemiyordu. Durup durup çıldırmış şairler gibi şiirler dönüp dolaşıyordu kafamda bölük pörçük, çaresiz cümleler. Ben şimdi bu bedeni neye vurup infilak ettirmeliyim, ey çaresiz bedenim neden sonunu getirecek son darbeyi vurmuyorsun bu güzelim gecenin koyu karanlığında. Yap diyorum sana ama sen hep korkak hep çaresiz.
Tarlama girmiştim bu sabah bir ırgat gibi. Yabani otlarını daha bu sabah temizlemiştim. Gülmüştü bana ekinim, yüzümde parıldayan toprağın kokusunu duyabiliyordum genzimde. Kendimi, bende bırakmıştım o vakit soğuk suların serinliğine. Güneş tüm güzelliğiyle daha bir esmerleştiriyordu bir türlü doyamadığı tenimi. Elim o olamaması gereken ellerim. Daldım gidiyorum. Daldan dala atlıyorum konular beynimde uçuşuyor. Bende aklıma ne gelirse anlamını yitirmiş cümleler nerde saklıysa onları yazıyorum bir küfür gibi. Hem ne olacak hem ne kadar pis kokacak ki ille bir sistematize, ille bir düzen. Olacaksa hayatta bir kaos işte sizlere yazıda da bir kaos anlatabiliyor muyum?
Yar ey yar sen, sen nasıl bir bağımlılıksın nasıl yaratıksın. Korktuğum taptığım sabahları gözlerinin ta merkezinde uyandığımsın. İşçiler geçen gün ölmüşler yine bir şair çıkıp da yazdı mı onları yok yazmadı kimin umurunda işçiler. Acaba hiçbir şair elleri çamur içinde, pas içinde, toz içinde yemek yemiş midir, su içmiş midir? Zannetmiyorum. Neyse bana ne şairlerden. Ben döneyim karmaşama. Al işte dağıldı gene konu diyorum ya sevmiyorum düzeni. Sevmiyorum yerinde giden her şeyi. Geçen ellerimi ısırıyorum nedendir bilmem dayanamıyorum. Sabah oldu kalktım yatağımdan. Yatağım kan içinde. Durdum düşündüm. Baktım ki bir sigara iyi gelecek düşünmeme. Yaktım bir tane ta içimin derinlerine çekerek hüznümü. Bir türlü bulamadım neden kan revan ellerim neden o kadar ısırmışım. Yatağım neden kan içinde. Hiç mi acı hissetmemişim. Hiç mi uykumdan kaldıracak kadar rahatsız etmemiş beni. Bir dostuma sordum. Neden kan revan yatağım neden etimi ısırmışım. Ve neden en çok sabahları kalkınca nikotin eksikliği yaşıyorum. Hayalleri taşırmış insan sabahlara ve bunu sigaranın dumanı altında izlemek istermiş ve dedi bu hayallere ulaşamayınca insan etini ısırırmış. Oda her zaman yapıyormuş bunu ondan bu kadar emin konuştu bana. Atlattım ama kaç gece daha kanattım bedenimi hatırlayamadım.
Geçende haber okuyayım dedim. Belki hüznüne isyan eden birileri vardır, üçüncü sayfada. Bu işkenceden belki kurtulan vardır. Ya da kendini kurtarmış kişiler. Baktım üçte değil de ikinci sayfada buldum öyle bir haber: ''bir hafta içinde Dühok'ta 5 kadın kendini yakarak intihar etti.'' Sustum konuşamadım. Hemen çevirdim sayfaları. Bu haber ilk defa okunmuyordu beynimde. İlk defa görmüyordum bunları yani. Kim bilir kaç tane oldu. Bilmiyorum. Hemen diğer sayfalara geçtim biraz siyaset biraz ekonomi-şirketler=kılçıklar vardı. Kaçıncı geceydi bilmiyorum ellerim yâre uzanmamış. Kimseye kaç gecedir küfür atmamıştım. Uslanmıştım aklımca. Hiçbir polise karışmıyordum onlarda bundan memnun bir şekilde bana karışmıyordu.
Yitik hayallerim oldu her zaman bu bilinçsiz yazılar gibi. Hep oradan oraya atladım. Gönlümde o kadar olay yarattım ki bir an bunların hepsini atmak istedim. Ya da bir bohçaya koyup birde ağırcana bir taş bağlayıp nehrin dibine fırlatmayı. Aklımı bırakıp sadece bedenimi hatta aklımı da alıp bedenimle beraber kaçmak istedim. Ne eş ne dost ne aile. Hiç kimse ama hiç kimse olmayacaktı. Ve gittiğimde bırakacaktım savaşı. Vazgeçecektim. Her şeyden ve her şeylerden. Ama kaç gece sürdü bu kaç kadeh daha tokalaştırdım sevgiliyle. Kaç kez daha sanki bu artık sonmuş gibi sarıldım, seviştim. Gözleri doluyordu onunda. Sanki hissediyordu oda gideceğimi. Hemen olayı değiştiriyordum gözlerimde oda buna kanıyordu bir bebek gibi. Sarılıyordu bana ve ben sıkıca sarılıyordum sanki hiçbir zaman bırakmayacakmış gibi. Hemen arkasından bir iki şiir okuyordum kulaklarına. Diniyordu içindeki fırtınalar. Hemen yelkenlerini suya indiriyordu. Ve gözleri hemen kapanarak bırakıveriyordu kendini kollarıma. Uyuyordu saatlerce koynumda. Ben sadece ona bakıp şiirler besteliyordum. Bazen orda da aklım karışıyordu şiirlerin cümlelerini bir birine karıştırıyordum. Artık nasıl gideceğimi aklımı nereme alacağımı bedenimi nasıl taşıyacağımı unutmuştum onun yüzünden. Ondan nasıl gidecektim bunu düşünüyordum. Çok zordu artık çok zorlanıyordum, çok zorlanacaktım biliyorum. Bazen gidemememin sancısıyla şiirler yazıyordum ona, bazen de kızıyordum cümlelerde. Alıştırıyordum aklım sıra ama o git gide bana daha çok sokuluyordu. Daha çok bağlanıyordu. Ve ben daha çok düşünüyordum bu olayı daha çok senaryolaştırıyordum kafamda. Kaç defa tek başıma oynadığımı hatırlamıyorum bu gitmeleri barındıran skeci.
Kalktım anneme gittim en azından bu da bir gitmeydi. Sarıldım ona dağ gibi bir kadındı. Yılların ağırlığını gözlerinin torbalarında saklıyordu. Biraz konuştu benimle hala onun son çocuğuydum. Hala bedenime bakıp bakıp kızıyordu bana,'' bakmıyorsun kendine neden söyle bana'' bir şey diyemiyordum susuyordum. Sabah kalktığım gibi süt içiriyordu, akşam yatarken yine süt. Ama o bilmiyordu ben o sütleri zehir niyetine mideme damlattığımı. Üzülüyordu hep söylüyordu ''sen küçükken süt içmedin sana sütüm yetmedi al bari bunları iç'' diye. Ama bedenimin istemediğini o zamandan ta biliyordum iyi olanı.
Çıkıyordum dolaşıyordum doğduğum şehri yürüyordum kara taşlarının arsında. Serin serin havalar yüzüme yapışıyordu. Durup dinliyordum onları. İçlerinde kanlar vardı, içlerinde ölümler. Biraz hüzün biraz aşk vardı. O serin esen rüzgârların dilinde. Uyumuşum sessizce taşların dibinde o marifetli rüzgârın dinginliğinde. Uykumda rüyalar dalmışım. Hep ilginç rüyalar görürdüm bu sefer kıyımlar vardı, bu sefer yalnızlıklar, işkenceler. Parçalanmış yılan ölüleri savruluyordu sokaklara ben üzerlerine basamıyordum duvarları delip, kaçmışlardı inlerinden. Yavruları da vardı yanlarında. Sonra bir baba bir oğul çıkıyordu işkence altında karşıma. Oğuldan bir şey öğrenmek istiyorlardı ama öğrenemiyordu cellâtlar. Babanın bir kolunu koparıp var güçleriyle oğluna vuruyorlardı. Daha bir sille vurmamış oğluna şimdi kendi elleriyle parçalayıp dağıtıp kanatıyordu baba. Ama oğul çözülmüyordu, çözemiyorlardı bir türlü. Ayak tabanın derisini yüzüyorlardı oğlanın yürütüyorlardı tuzlu odalarda saatlerce, halden düşüp bayılıyordu. Tekrar uyandırıyorlardı ve tekrar yürütüyorlardı tuzlu yollarda. Git git bitmiyordu yollar. Belki hiç ömründe bu kadar uzun ve zorlu yolları yürümemişti oğul. Sonra iki arkadaş kavgaya düşüyorlardı ona vurarak o onu kanatarak. Sonra biri diğerinin beynini döküyordu yerlere, eline alıp bakınca daha yeni anlıyordu arkadaşının beynini döktüğünü. Ağlıyordu sonra ve yanına arkadaşının annesi gelerek ağlaşıyordu beraber, yas tutuyorlardı. Bu olayı ne kadar ağlayıp, ne kadar bağırırlarsa anca o zaman içlerinden atacaklarını biliyorlardı.
Uykudan uyandığımda geceye yoğruluyordu gün. Anneme haber etmeden kaçtım memleketten, biliyordum annem kızacaktı bana. Döndüm yaşadığım yere aradım onu yanıma koşa koşa vardı. Sarıldı bana nerdeydin diye sordu. Hiç annemin yanındaydım dedim. O akşam ondan kaldım bana yemek yapmıştı her akşam yaptığı gibi ben gelmediğim günlerde de çöpe atıp ağlıyordu başında. Yemek yedikten sonra bir şişe şarap açtım en koyusundan içmeliydim kendimi kaybedercesine. Artık dayanamıyordum. Bu insanı da kandırmamalıydım bunu çok iyi biliyorum. Çok içtim o akşam deli gibi. Kuşkulandı benden ''neden bu kadar içiyorsun söyle bana neyin var. Bir şey mi oldu evde''. '' Yok bir şey'' dedim biraz bekledim. Tekrar sokuldu öptü beni bu defa içimden onu öpmek gelmiyordu. Sıkıca sarıldım ona hiç dokunmadan. Ve yüzüme bakarak ''neden dokunmuyorsun bana ne oldu sıkıldın mı benden.'' Hayır diyerek ve geri ittim onu. ''Ben gidiyorum dedim''. Önce yüzüme baktı ''nereye gideceksin yine moralin bozuk ne zaman peki dönersin''. ''Ben artık! hiçbir zaman...'' diyemeden çılgına döndü. Çıldırdı kendini parçaladı. Beni dövmeye çalıştı. Ellerinden tuttum ağladı hüngür hüngür. Gitme dedi ne olursun ben ne yaparım sensiz. Kimseye bu kadar bağlanmadım bu dünyada. Gidersen kimsesiz bir ev olur tozlar konar yanaklarıma. Artık öpemezsin, yumuşak ve sessizce. Şimdi sen gidersen neler olur bana senin ağzından şiirler okunmazsa bana kururum, bir gecekonduya döner bedenim sarhoşlar ayyaşların uğrak mekânı haline dönerim gitme ne olursun koma beni bir başıma.
Onu hayatımda öle görmemiştim elinden alınan sanki canıydı, çırpınıyordu, soluyamıyordu havayı. Birden ağlaması kesildi ve kendine güvenir bir şekilde tamam git. Ama bir şartım var dedi. Bana bir çocuk vereceksin. Üstünü usulca çıkardı. Bunu bir ayin gibi yapıyordu. Bir iki kadeh şarap içti öncelikle ve yatağa uzandı. Benden ilk defa bir şey istiyordu. Ben zaten ona gereken her şeyi veriyordum hayatta oda istemeğe ihtiyaç duymuyordu bir şeyi. O gece çok huzursuz bir şekilde uyudu, yorulmuştu ve artık başka bir çaresinin kalmadığını biliyordu. Sabah erkenden kalktım yataktan bana sıkı sıkı sarılmıştı her zamanki gibi. Ellerini onu uyandırmadan çözdüm kendimden. Sabahın o güneş ışığında valizime kitaplarımı alarak çıktım sokağa. Nereye gidecektim bilmiyordum ve bilmem de gerekmiyordu zaten. Kuşlar nereye doğru gidiyorsa onları takip ettim...