13 Mayıs , 2024, 15:08:42

Haberler:

www.herseyibilen.co Durma! Merak ettiğin her konuda her soruyu sen de sor!


Show posts

This section allows you to view all posts made by this member. Note that you can only see posts made in areas you currently have access to.

Topics - Lă_Tăhzen!

201
Demir eksikliği çocuk gelişimini etkiliyor Bebeklerin 6-36 aylık döneminde demir eksikliği ihmal edilmemeli.
Bu aylardaki demir eksikliğinin bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkilerken demir takviyesi yapılsa bile telafisi mümkün olmuyor.


Prof. Dr. Hilal Mocan, bu aylardaki demir eksikliğinin bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkileyeceğini ve bu aylardan sonra demir takviyesi yapılsa bile telafisinin mümkün olmayacağını söyledi.


Mocan, demir eksikliği anemisinin ileriki yaşlarda okul başarısını ciddi etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıktığını ifade etti.Demir eksikliği, çocukların beyin ve bedensel gelişimini olumsuz etkiliyor. Çocuklarda demir eksikliği tedavisi için hızlı büyüme dönemi kaçırılır ise kaybın geri dönüşü mümkün olmuyor. Çocuk sağlığı hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Hilal Mocan, bebeklerin sağlıklı fiziksel ve zihinsel gelişimleri için, ilk bir yıl demirden zengin beslenmenin önemli olduğunu söylüyor. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de 5 yaş altı her 2 çocuktan birinde demir eksikliği görülüyor. En sık görülen yaş grubu 6-36 ay arası çocuklar. Sinir sisteminin gelişmesinde önemli olan demir, eksikliği halinde süt çocuğunun gelişimini yavaşlatıyor. Böylece çocuklarda beyin gelişimi olumsuz etkileniyor. Tedavi için hızlı büyüme dönemi kaçırılırsa kaybın geri dönüşümü mümkün olmuyor. Prof. Dr. Hilal Mocan'a göre bebeklerin 6. aydan daha uzun süre "tek başına" anne sütü ile beslenmesi, sadece inek sütü veya pirinç unu maması alması gibi yanlış beslenme alışkanlıkları demir eksikliğini kolaylaştırıyor. 1 yaşından önce inek sütü kullanımının demir eksikliğine yol açtığını belirten Mocan, inek sütünün demir açısından fakir olduğunu ifade ediyor.


Ülkemizde inek sütünün hem sıvı olarak hem de ek besinlerle karıştırılması sebebiyle sık tercih edilen bir gıda olduğunu söyleyen Mocan şöyle konuşuyor: "Süt çocuklarında en önemli demir eksikliği sebepleri, takip edilmeyen erken doğumlar ve inek sütü verilmesi. Ayrıca ek gıdaların hazırlanmasında demirden zengin gıdalar yerine pirinç unu, bisküvi, ekmek kullanımıdır. Demir, uygun olmayan gıdalarla verilirse onların içindeki demiri bağlar ve işe yaramaz hale getirir. Erken inek sütü alımı da içerisinde yeterli demir olmayışından dolayı demir eksikliğine yol açar. Demir eksikliği de zekâ geriliğine davetiye çıkarır."


Demir eksikliği olan çocuklar nasıl beslenmeli?


6. aydan sonra hiçbir şekilde yeterli anne sütü alamıyorsa, litresinde 6-12 mg demir içeren formül mamaları tercih edilmeli. Ayrıca demirden zengin beslenme sağlanmalı. Et, balık, tavuk, yumurta, baklagiller, yeşil sebze ve meyveler, yumurta sarısı, pekmez özellikle de dut pekmezi gibi yiyecekler zengin demir içerir. Peki çocuklarda demir eksikliği olursa bu nasıl anlaşılır? İştahsızlık, uykusuzluk, huzursuzluk, ağlama, hatta katılma nöbetleri, anneye aşırı düşkünlük, tırnakların kaşığı andırır bir şekil alması, gözün beyaz kısmının maviye dönmesi ve renk solukluğu bebeğinizde demir eksikliği olabileceğini aklınıza getirmeli.

alıntı

202
CANIM ARKADASIM YAGMURUMUN GÜZEL ANNESI DOGUM GUNUN KUTLU OLSUN NICE YASLARA İNSALLAHH KIZINLA EŞİNLE SEVDİKLERİNLE YENİ YASIN YENİ GÜZELLİKLERİDE BERABERİNDE GETIRSIN NİCE GUZEL GUNLER GORUN İNSALLAH
:flowers: :love9: :flowers: :love9: :flowers:

203
Din Bilgisi / Hıdırellez ne demektir?
05 Mayıs , 2011, 17:00:26
Hıdırellez ne demektir? Hıdırellez hakkinda bir mü'minin görüşü ne yönde olmalıdır?

Soru

Hıdırellez hakkinda bir mü'minin görüşü ne yönde olmalıdır? çok fazla batıl itikat var. mesela para kesmek gibi. gazete sayfalarını para niyeti ile dua ederek kesiyorlar. sembolik olarak kesiyoruz diyorlar ya da gül dibine ev yapmak vs. hatta kesilen gazeteden paralari bir torba içerisinde agzi biraz açık bırakılarak dışarı asıyorlar, hızır a.s gece gezermiş bu gece, eli degsin diye vs. bunlar hakkinda açıklamalı yer verirseniz sualime sevinirim.


Cevap

Değerli kardeşimiz;
Öncelikle batıl olan hiç bir uygulamayı dinimiz kabul etmez. Hıdırellez kutlamalarını batıl ve hurafelerle doldurmak doğru değildir. Bahsettiğiniz hurafe uygulamalara itibar etmemek bu gibi hurafelerden uzak durmak gerekir.

Her sene bahar mevsimindeki yeşilliğin canlandığı mayıs ayının başlarında bir Hıdırellez bayramı kutlanmaktadır. Bu bayramda insanlar ateşler yakıp üzerinden atlayarak kısmet bulacaklarını düşünmekte, içine girecekleri bir eve sahip olacaklarını ümit etmekte, daha nice niyetlerinin bu bayram günündeki bazı âdetlerle gerçekleşeceğini beklemektedir.. Bunların gerçekle ilgisi ne kadardır? Daha doğrusu, Hıdırellez ne demektir? Bunun bir aslı olmalı, sonra bu hale getirilmiş bulunmalı diye düşünmekteyiz. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?

Efendim, bazı konular halk örfünde kabuk bağlayıp özünden uzaklaşır duruma girebilmektedir. Zannederim mayıs ayının başında kutlanan Hıdırellez bayramında da böyle bir kabuk bağlama durumu söz konusudur. Olayın aslını şöyle ifade edebiliriz:

Hazret–i Musa aleyhisselam zamanında hükümdarın birinin temiz niyetli bir oğlu kendini dine verir, dinî hayat yaşayıp dinî hizmetlerle hayatını değerlendirmek ister. Babasının hükümdarlığı, makamı, mevkii onu tatmin etmez. Hükümdar oğlunun kendini dinî hizmetlere adaması, çevrenin irşadına yönelmesi Rabb'imizin de hoşuna gider. Ona kerametler ihsan eder. Bu sebeple bu genç irşat için gezerken uğradığı çorak araziler yeşillenmeye başlar. Kupkuru çöllerin yemyeşil hale gelişi, oradan hükümdarın oğlunun geçtiğini göstermiş olur.

Arapça da yeşilin bir adı da (hazr) olduğundan çorak yerlerin yeşillendiğini gören halk buradan Hızır geçmiştir diyerek Hızır ismini meşhurlaştırmaya başlarlar. Bir ara bu genç, zamanın peygamberi İlyas aleyhisselamla da buluşur. Böylece İlyas aleyhisselamla buluştuğu güne halk Hızır–İlyas buluşma günü olarak isim verirler. Sonraları bu isim yuvarlanarak Hıdırellez şekline dönüşür. Tıpkı hoca merhumun, oğlunuzun adını Eyyüb koyarsanız dikkat edin, sora söylene söylene ip kalır, sözündeki gibi, Hızır ile İlyas da Hıdırellez olup çıkar..

Hızır'ın aslında geçtiği yerleri yeşillendiren bir veli mi, yoksa ayrıca bir de peygamber mi olduğu konusunda çeşitli rivayetler vardır. Fakat gerçek olan odur ki, velilerin hayatını yaşamakta olan Hızır aleyhisselam, beş çeşit hayat derecesinin ikinci derecesinde yaşamaktadır. Bu derecedeki hayat bizim gibi maddi şartlarla bağlı değildir. Bir anda birçok yerlerde farklı görüntülerle bulunabilir.

Bu yüzden halk arasında da Hızır aleyhisselam erişmiştir imdadına diye de söylentiler yayılmaktadır..

Bazen Hızır makamına çıkıp da Hızır'dan ders alan velilerin de olduğu, bunların Hızır gibi darda kalanların imdadına koştuğu, bu yüzden de onların da Hızır'ın kendisi sanıldığı anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri'nin Mektubat'ında bu konudaki soru cevapta, Hızır aleyhisselam hayattadır, ancak onun hayatı ikinci derecede hayat olduğundan birçok alimler hayatta olmadığını düşünmektedir, şeklinde bilgi vardır.

Hızır–İlyas buluşma günü olarak bildiğimiz altı mayıs Hıdırellez bayramına bu bilgi ve ilgi bakılırsa herhalde gerçeğe daha yakın bir bakışla bakılma ve kutlama söz konusu olur.

Bugüne ait ateş yakılıp üzerinden atlanılması, oyuncak evler yapıp gerçeğine kavuşulacağının düşünülmesi.. gibi âdetler halkın iyilik temennilerinden ibaret arzulardan sayılırlar. Kesinlik arz eden gerçekler olarak kabul edilmezler. Bunlardan medet umulmaz.

AHMED ŞAHİN


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
204


Kaynanası kızı yaşında
1992 doğumlu Berk Yılmaz ile birlikte olan 60 yaşındaki Bülent Ersoy, kendisinden 20 yaş küçük kayınvalidesiyle görüntülendi.
Kendisinden yaşça küçük isimlerle aşk yaşamayı gelenek haline getiren Bülent Ersoy, son ilişkisinde de gelenek bozmadı. Saklambaç'ın haberine göre; Diva, 19 yaşındaki Berk Yılmaz ile yeni bir aşka yelken açtı. Geçtiğimiz günlerde "Falımda düğün çıktı" diyerek evlilik sinyalleri veren 60 yaşındaki Diva, aileye çoktan girdi. Bülent Ersoy, kendisinden 20 yaş küçük müstakbel kayınvalidesi ile böyle poz verdi!
:igrenc: :igrenc: :-ooo
205





Saçlarınızın daha parlak, güçlü ve sağlıklı görünmesini istiyorsanız alışveriş listenize bunları da eklemeyi unutmayın...


Avokado: 25'in üzerinde zaruri besin maddesiyle dolu olan avokado, E ve B vitaminleri bakımından da zengindir. Pahalı nemlendiricinizin yerine olgunlaşmış bir avokadoyu tercih edin ve en sevdiğiniz temizleyicinizi kullandıktan sonra ıslak saçınıza uygulayın ve birkaç dakika bekleyin. Daha sonra iyice durulayın, temiz, ferahlamış ve parlak saçlara sahip olun.



Fasulye: İyi birer B6 vitamini ve folik asit kaynağı olan fasulyelerde ayrıca magnezyum, sülfür ve çinko gibi mineraller de bulunuyor. Vitamin ve protein kaynağı olarak öğle yemeklerinizde siyah fasulye tüketin. Böylece saçlarınız gün boyu parlak olsun.


Hindistan cevizi yağı: Stresin yatıştırılmasında ve kırışıklık giderici olarak da kullanılan Hindistan cevizi yağı ile saçlarınıza haftada birkaç kez masaj yapın. Böylece saçlarınız kepekten, kırılmalardan ve koparak kaybolmalardan kurtulmuş olur


Süt ürünleri: Sadece kemikleri güçlendirmeyen süt ürünleri içeriğindeki kalsiyum, D ve B12 vitaminleri sayesinde saçlarınızı da güçlü tutar. Saçlarınızın parlaması ve güçlü olması için az yağlı süt ve köy peyniri tüketin.


Yumurta: Günlük protein ihtiyacınızı karşılamak için yumurta ucuz bir yoldur. Qahalı bir organik şampuan almak yerine doğal bir yumurta şampuanı ile saçlarınızı temizlersiniz ve parlamasını sağlarsınız. Yumurta sarısıyla saçlarınıza masaj yapın ve 10-15 dakika bekledikten sonra ılık suyla iyice durulayın. Saçlarınız ışıltılı bir temizliğe sahip olacak, paranız da cebinizde kalaca


Pisi balığı: deniz ürünleri zayıf kalmanın ve kalbinizi sağlıklı tutmanın en iyi yoludur. Ayrıca balık saçlarınıza da faydalı olabilir. Diğer deniz ürünlerine göre daha fazla demir içeren bu balık türü saçlarınızı güçlendirir.

Değerli Misafirimiz, Bu konuya ait diğer resimleri görebilmek için ÜYE OLUNUZ
Bal: Sütünüze tat veren bal, saçlarınıza da parlaklık verir. 2/3 su bardağı zeytinyağı ile 2 yemek kaşığı balı karıştırın, saçlarınıza masaj yapın, yarım saat kadar ılık havluyla sarın ve daha sonra ılık suyla durulayın.



Bezelye: saçlarınızın parlak ve kuvvetli olması için ihtiyacı olan karbonhidrat ve potasyum ihtiyacını karşılamanın mükemmel yollarından biri de bezelyedir. Bezelye diğer yeşil sebzelerden daha fazla kalori içermesine rağmen, bu besleyici gıda sizi tok tutar ve saçlarınızın sağlıklı olmasını sağlar



Hindi: Yağsız proteinle dolu olan hindi mükemmel bir demir kaynağıdır, böylece saçlarınızı güçlü ve sağlıklı yapar. Biftekten daha az kaloriye ve yağa sahip olan hindi, etten daha fazla tüketilebilir. Böylece beslenmenize daha fazla protein alabilirsiniz



Ceviz: Mükemmel bir E vitamini kaynağı olan ceviz, saçlarınızın parlak ve ışıltılı olması için ihtiyacı olan yağları sağlar. Ayrıca ceviz pahalı saç rengi tedavisi için de kullanılabilir. Cevizi blender'den çekin ve sıcak suda kaynatın, süzün, soğutun ve saçlarınıza 20 dakika süreyle uygulayın. Ceviz karışımı saçınızdaki doğal renklenmeyi korur, saçınızın beyazlamasını geciktirir
206
Saç Bakımı / Saç renginiz teninize uyuyor mu?
02 Mayıs , 2011, 12:14:44
Kendimizden sıkıldığımız ya da değişikliğe ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda hemen kuaföre koşuyoruz...

   

Ya da o an moda olan renk ne ise onu kendimize uygulamak istiyoruz. Ama bir şeyi unutuyoruz. Her saç rengi herkese yakışmıyor.

Çok beğendiğiniz rengi kendi saçınızda gördüğünüz zaman hissettiğiniz hayal kırıklığı mı? Hem paranız, hem zamanınız hem de beklentileriniz çöpe mi gitti? Böyle bir durumla karşılaşmamak için ten renginize neyin yakışıp, yakışmayacağını bilmeli ve bunun dışında değişikliklere pek sıcak bakmamalısınız.

Esmer tenliler

Sarı saçı ne kadar beğeniyor olursanız olun asla denemeye kalkmayın! Çünkü bu renk, ten renginiz ile hiç uyumlu değil. Eğer çok koyu tenli bir esmer değilseniz, bakır tonlarını deneyebilirsiniz. Çok koyu bir ten renginiz var ise siyah ve kızıl sizin için mükemmel renkler olacaktır.

Buğday tenliler

Platin renkler tam size göre. Açık kahve, kestane ve altın sarısı, sizin için en uygun renklerin başında. Eğer biraz daha radikal değişiklikler yapmak istiyorsanız, ateş kızılını ve patlıcan morunu da deneyebilirsin. Ama bu renklerin her yıkamada akacağını da unutmamalısınız.

Beyaz tenliler

Uçuk renkler yüzünüzün daha da soluk görünmesine neden olacaktır. Bakır, karamel ve kızıl renkleri size yakışacak renkler. Bu renkler havanızı bir anda değiştirecektir.

Soluk tenliler,

Eğer soluk bir ten rengine ve keskin yüz hatlarına sahipseniz, siyahtan ve küllü renklerden uzak durmalısınız. Fındık kabuğu ya da çikolata kahvesi gibi renkler, hatlarınızın daha yumuşak, teninizin daha canlı görünmesini sağlayacaktır.

Pembe tenliler,

Eğer pembe yanaklarınızla dikkat çekiyorsanız küllü renkler ve kestane tonlarını denemelisiniz. Kırmızı tonlarından ise kesinlikle uzak durmalısınız.
207
Metropol hayatının yoğun temposu, iş stresi ve yetersiz beslenme, unutkanlık sorunu yaşayanların sayısını giderek artırıyor.

   
Beynimizin bilgileri depolama sürecinde yaşanan bellek kaybı ve unutkanlık konusunda merak edilenleri Reem Nöroloji Merkezi'nden Uzman Dr. Mehmet Yavuz anlattı.

Günümüzde gençler için de ciddi bir problem olan unutkanlık, beyindeki kesin hafıza ve geçici hafıza bölümlerindeki problemlerden kaynaklanıyor. Alzheimer hastalarında uzak geçmiş rahatça hatırlanırken yakın geçmişi hatırlamakta zorluklar yaşanır. Dr. Yavuz, yakın geçmişle ilgili sorun yaşayanların mutlaka bir nörologa başvurması gerektiğinin altını çiziyor.

Hafızamız Nasıl Çalışıyor?

Beyinde hafızanın geçici olarak kaydedildiği yerin beyindeki hippokampus bölgesi olduğunu belirten Dr. Yavuz, "Kayıtlar önce hippokampusa alınır, burada kişinin geçmiş hayatına, duygusal moduna, kültürel düzeyine, sosyopsikolojik konumuna göre süzgeçten geçirilerek ya beynin hard diskine kayıtlanarak belleğe dahil edilir ya da önemsenmeyerek silinir. Örneğin bir defaya mahsus telefonla aranacak bir yeri hafızada tutmak böyle bir durumdur. Muhtemelen bu telefon numarası birkaç saat sonra sonsuza dek silinip gidecektir. Beyinde, bilgisayarlardaki ön bellek (REM) görevini hippokampus yerine getirirken uzun yıllar merak konusu olan asıl hafızanın kaydedildiği yer, senelerce araştırma konusu olmuştur" şeklinde konuştu.

Ahlaki Değerler Zedelenebilir

"Fonksiyonel MRI, PET, SPECT gibi ileri görüntüleme yöntemleri beynin ana hard disk bölgesinin, her iki yarım küredeki temporal ve parietal loblar olduğunu göstermektedir" diyen Dr. Yavuz, frontal lobda kişinin diğer insanlarla ilişkilerini şekillendiren sosyal hafızanın kayıtlandığını vurguladı. Bu nedenle Frontotemporal demanslarda kişinin toplum içerisindeki etik ve ahlaki değerlerinin zedelendiğini söyleyen Dr. Yavuz, böyle hastaların, daha önce hiç yapmadıkları, normalde utanacakları hareketleri çekinmeden yapabildiklerini belirtti.

Yeni Bilgiler 10 Dakikada Unutuluyor!

Hippokampusta şekillenip ayrıştırılan bellek kayıtlarının, kalıcı hafıza olarak depo edilmesine karar verildiğinde temporal ve parietal loblardaki hard disklere atılıp orada saklandığını belirten Dr. Yavuz, hippokampustan beyin hard disklerine sürekli kalıcı hafıza nakli olduğunu söyledi.
Dr. Yavuz, gerek alzheimerde gerekse diğer demansiyel sendromlarda geçici kayıtlama bölgesinden, kesin hafıza bölgesine kayıt akışının durduğunu, böylece yeni bilgilerin depolanmadığını belirtti. Bilgiler sadece ön bellekte kalıp, hard disklere geçmediği için hafızanın da kısa süreli olduğunu belirten Yavuz, yeni öğrenilen bilgilerin 5–10 dk içerisinde unutulduğunu kaydetti.

Bilgiler, Yeniden Eskiye Doğru Siliniyor

Demansiyel sendromlarda asıl problem, ön bellekten, kesin belleğe kayıt akışının durması ya da kesin belleğin bilinmeyen bir nedenden dolayı bilgiyi depolayamaz hale gelmesidir. Kas nörofizyolojisinde, sinir uyarımlarıyla aktive edilmeyen kasların giderek erimeye ve küçülmeye mahkum olduğunu belirten Dr. Yavuz, aynı şekilde işlevselliği bozulan kesin kayıtlama bölgesinin de mevcut bellek kayıtlarını yeniden eskiye doğru silmeye başladığını belirtti.

Geçmişi Net Hatırlamak Sizi Yanıltmasın!

Üst taraf, yani son bilgiler silinince alttaki hafızanın açığa çıktığını ve Alzheimer hastalarının geçmişi her zamankinden daha iyi hatırladığını vurgulayan Dr. Yavuz "Bu olay bazen hasta yakınlarının çok şaşırmasına ve yanılmasına neden olabilir ve hasta sahipleri geçmişin çok iyi hatırlanıyor olmasına bakarak, hastanın unutkanlık durumlarını yanlış yorumlayabilir" dedi. Yakın hafızanın kaybı ve uzak hafızanın daha iyi hatırlanıyor olmasının demansiyel sendromların karakteristik özelliği olduğunu belirten Dr. Yavuz, "Yakın hafıza ile sorunu olan herkesin acilen nörologa müracaat etmesi hayati bir konudur" şeklinde konuştu.

Unutkanlığı Yenmek İçin...

* Bol sebze ve meyve tüketin.
* Vaktinizi arkadaşlarınız ve ailenizle geçirin.
* Stresten uzaklaşın.
* Fındık, ceviz, badem, çekirdekli kuru üzüm, yeşil sebzeler, böğürtlen, yaban mersini, üzüm suyu, elma, kepekli pirinç ve balık tüketimi ile folik asit takviyesini ihmal etmeyin.
* Dinlenmenize dikkat edin ve düzenli egzersiz yapın.
* Alkolden uzak durun.
* Ajanda kullanın, bol bol not alın.
* Yeni hobiler edinin, müzikle ilgilenin.
* Gönüllü çalışmalara katılın.
Ailem
208
Yirmi yaş dişi, diğer bir isimle akıl dişi, bir çok insan için korkutucu bir fenomendir.

   
Genel populasyonun çok büyük bir kısmı yirmi yaş dişlerinden sıkıntı yaşamakta ve dental kliniklere başvurmaktadır. Bu fenomen abartılıyor mu? Yoksa gerçekten korkulacak bir şey var mı? Bu biraz da bizim beklentilerimizle alakalı...

Diş Hekimi Cansın Özgür, 20 yaş dişlerin doğru pozisyonda çıkması ve çevre dokulara zarar vermemesi halinde bu dişin yerinde kalmasında bir sakınca olmadığını belirtiyor.

Yirmi yaş dişi, 7 yaşından 25 yaşına kadar gelişmektedir.  9 yaşında radyografilerde de görülmeye başlayan yirmi yaş dişi, 14 yaşında "kuron" denen üst bölgesinin oluşumu tamamlanır. 16 yaşına gelindiğinde, kök oluşumunun yüzde 50'si tamamlanır. Bundan sonra çeneninde gelişimi ile beraber yirmi yaş dişi için yer oluşmaya başlar. 18 yaşında kök oluşumu tamamlanır. 24 yaşında, yirmi yaş dişlerinin yüzde 95'i bütün haraketlerini tamamlar. Bu aşamada diş ya çıkış yolunu takip edip sürmesini tamamlar, ya da farklı bir yöne doğru kendine çıkış yolu yaratmaya çalışır. Problemler, bu aşamaların herhangi birinde oluşabilir.

Ne Zaman Sıkıntı Yaratır?

Farklı yöne çıkan, gömülü kalan veya herhangi bir patolojiye sebep olan bu yirmiyaş dişleri, neden normal seyirlerinde süremezler? Aslında bu durumu açıklamak için zaman içinde bir çok farklı açıklama yapılmıştır. Bunlardan bir kaçına örnek vermek gerekirse;

• Yirmi yaş dişlerinden birden fazla kök varsa bunların farklı süreçte gelişmesi dişlerin normal seyrinde sürmemesine sebep olabilmektedir.
• Diğer bir sebep ise diş genişliklerinin fazla, fakat çenedeki alanın az olmasıdır. Buna bağlı olarak diş sürmesini tamamlayacağı alana ulaşamaz.
• Gelişim sırasında oluşan sıkıntılar da bu sebeplerin içinde sayılabilmektedir.

Peki Her Yirmi Yaş Dişi Çekilmeli midir?

Maalesef gömülü yirmi yaş dişi, genelde hastalarda çok ciddi problemlere sebebiyet verir. Örnek vermek gerekirse,

• Yarı gömülü yirmi yaş dişinin çevresinde oluşan iltihapın (perikoronitis) sebep olduğu, çok ciddi ağrı tablosu
• Çevre dişlerde çürük oluşumuna sebep olma
• Dişlerde sıkışıklık dolayısıyla şekil bozukluğuna yani ortodontik problemlere sebep olma
• Yirmi yaş dişi kaynaklı kist veya tümör oluşumuna zemin hazırlama
• Bulunduğu bölgedeki kemiği enfeksiyon benzeri oluşumlarla eritme
• Çene kırığına sebep olabilme
• Açıklanamayan ağrı tablosu , yirmi yaş dişlerinin oluşturabildiği problemlerin başında gelmektedir. Ama bu bütün risklere rağmen biz "Bütün yirmi yaş dişleri çekilmelidir" gibi bir tespit yapamayız.

Patlamaya Hazır Bir Bomba!

Eğer bir yirmi yaş dişi sürmüşse ve aktif olarak kullanılıyorsa veya gömülü yirmi yaş dişi herhangi bir probleme ne hasta açısından ne de diş hekimi açısından neden olmuyorsa, çekimi zorunlu değildir.
Fakat gömülü olan bir yirmi yaş dişi ne yazık ki patlamaya hazır bir bomba gibidir. Yapmamız gereken altı aylık düzenli kontroller için diş hekimimize gitmemiz ve bu kontrollerde düzenli olarak yirmi yaş dişlerimizi net olarak gösteren radyografiler aldırmamızdır.
Yirmi yaş dişinin çekimine karar verilmesi durumunda, diş çekimi yapılacak alan sterilizasyon kurallarına uygun olarak hazırlanmalı, alana lokal anestezi uygulanmalı ve dişin çekimi cerrahi prensiplere göre uygun olarak yapılmalıdır.

Ağrı Hissedilmiyor

Yirmi yaş dişi çekimi sırasında hastaların en büyük korkusu, herhangi bir ağrıyı hissetme düşüncesidir. Lokal anesteziler, beyin ile çekim alanı arasındaki sinir iletilerini bloke ettikleri için böyle bir olasılık, doğru uygulanmış bir lokal anestezi ile mümkün değildir. Fakat dokunma ve baskı duyusu sadece genel anestezi ile bloke olduğundan, hasta dokunma ve baskı duyusunu hisseder. Bu, ağrıyla çok karıştırılan bir duyudur. Bu sebeple hastanın ve hekimin bunun ayrımına iyi varması gerekmektedir.

Yirmi yaş dişinin cerrahi çekimi sonrası, reçete edilen ilaçlar düzenli ve zamanında kullanılmalıdır. Ağıza gelen kan kesinlikle tükürülmemelidir. 24 saat süreyle tütün ve tütün ürünleri tüketilmemelidir. Sıcak yiyecek ve içeceklerin tüketiminden kaçınılmalıdır. Operasyon sonrası o bölgeye yüzün dışından soğuk kompres uygulaması, operasyon sonra şişliği en aza indirecek bir durumdur.
Sonuç olarak düzenli Diş Hekimi kontrolü sizi bir çok sıkıntıdan erken teşhisle kurtaracaktır. Hastanın operasyon sonrası düzgün uygulacağı bir bakım en az doğru cerrahi teknik uygulanması kadar önemlidir.
209
İlk zamanlarda utana sıkıla yapılan günah, zamanla alışkanlık haline gelir. Peki, günahlara karşı nasıl tövbe edilmeli ve dualar nasıl kabul edilir?

   
Ali İhsan Er'in yazısı


Her günah iradeyi kemirip zayıflatan bir kene gibidir. İşlenen günah, bir diğerini çağırırken alışkanlığa neden olup iradeyi her seferinde biraz daha zayıflatır. İlk zamanlarda utana sıkıla yapılan günah, zamanla alışkanlık haline gelir.


Günahı alışkanlık haline getirme


Tövbe, Allah'ın herhangi bir günah işleyenden düştüğü günah bataklığında debelenen ümidini kaybetmiş kişiye kadar tüm insanlar için sonsuza kadar açık tuttuğu rahmet kapısıdır. Tövbe, yaptığı yanlış ve günahın altında ezilen, düştüğü bataktan çıkamayan, çırpındıkça daha çok yanlış yapan kullara uzanan ilahî rahmet elidir.
Mana büyüklerinden Muhammed b. Hanife anlatıyor:



"Bir gün bir adam bana:



- Zaman zaman içimde bir acı duyuyor, kederden kalbim sıkışıyor ama bir türlü sebebini bulamıyorum, diye dert yandı.
- Duyduğun üzüntünün sebebi yaptığın günahlardır. Bundan sonra daha dikkatli ol onları yapma, dedim. Adam:
- Bunun onunla ne ilgisi var, diye sordu. Ben:
- Kalp işlediği günahların etkisinde kalır. Bedenin diğer organları bu konuda ona yardımcı olamazlar. Kalp duyduğu acı ve kederden rahatsızlanır, acı içinde kıvranır, dedim.



Oldukça fazla arzuya sahip olan insan zaman zaman bu arzularına yenilerek hata yapar, günah işler, kötülüklere dalar. Zamanla kalbi katılaşır, rahmet-i ilahiden uzaklaşır.



GÜNAHLAR KENE GİBİDİR


Her kötülük iradeyi kemirip zayıflatan bir kene gibidir. Her kötülük bir diğerini çağırırken alışkanlığa neden olup iradeyi her seferinde biraz daha zayıflatır. İlk zamanlarda utana sıkıla yapılan günah, zamanla alışkanlık haline gelir. Çocuklarına, akraba ve çevresine kötü örnek olur, kendi çapında toplumu bozar. Bu hâli onu Efendimizin şu hadisine muhatap kılar:
"Günahı açıkça yapanlar dışında bütün ümmetim affedilecektir. Yaptığını en fazla açığa çıkaran kişi, Allah'ın günahını örttüğü halde gecelemişken sabah kalktığında onu çevresindekilere anlatan, 'Ey filan! Bugün ben şöyle şöyle yaptım' diye söyleyip kendini rezil eden kimsedir." (Buhârî, Edeb, 60)



Her iyilik ya da kötülüğün örf adet olarak nesilden nesile geçecek kadar büyük bir tesir alanına sahip olduğu düşünülürse durumun vehameti daha iyi anlaşılacaktır. Her günah kişiyi gözden düşüren, sevgiyi azaltan, zillete sürükleyen alçaltıcı bir ihanettir. Kişi, zamanla yaptığını küçümser, bu küçümseme âdeta bir ceza olarak ona döner. Şahsına olan saygısını kaybeder. Günahı gibi kendisi de küçümsenip hakir görülmesine neden olur. Tıpkı Efendimizin şu sözlerle dile getirdiği gibi:
"Mümin günahını dağ kadar büyük görür, üzerine düşeceğini sanar, altında kalacakmış gibi korkar. Facir (açıktan günah işleyen kişi) günahını burnuna konan sinek gibi görür. 'Şöyle yaparsam uçup gider.' der." (Buhârî, Dua, 4)



NASIL BİR TÖVBE?


Günaha daldıkça Rabbinin yardım ve desteğini kaybeder. Manevi gücünü yitirir. Huzurun yerini gam, ümidin yerini yeis, çalışkanlık ve canlılığın yerini acz ve tembellik, vakarın yerini zillet, cesaret, güven ve sabrın yerini korkaklık, kuşku ve acelecilik alır. Efendimiz insanın bu hâlini şöyle ifade buyurur: "Sorumluluklarını ihmal eden üzüntü hastalığına yakalanır." (İbn Kayyim, El-Cevâbü'l-Kâfî, 54)
En güzel tövbe, büyük bir pişmanlıkla, bir daha dönmemek üzere samimi kalpten yapılan tövbedir. Tövbede aslolan günaha bir daha dönmemektir. Ama şu da unutulmamalıdır ki, sonsuz rahmet sahibi olan Allah tövbe edip yeniden günaha dönenin de ellerini boş çevirmez.

Bugün
210
Din Bilgisi / kendi kendimize soralım..!
26 Nisan , 2011, 00:06:35
Kendi kendimize şöyle bir düşünüp soralım ve samimi olarak cevap verelim; Bir Müslüman olarak namazı sevebiliyor muyuz? Her zaman için namazı seven bir insan mıyız? Namaz vakti gelse, ezan okunsa, namaz kılsam, canım namaz kılmak istiyor diyor muyuz hiç?
Midemizin açlık hissettiği ve bir şeyler yemek istediği gibi günün belirli vakitlerinde namazın açlığını hissedip namaz kılma arzusu geliyor mu içimizden? Karnımız iyice acıktığı zaman yanımızdakilerin konuştuklarını anlamaz duruma gelerek aklımızı yemeğe taktığımız gibi, namaza olan açlığımızdan dolayı da aynı durum meydana geliyor mu, kafamızı namaza taktığımız oluyor mu?
Bazen canımız bir şey istediğinden dolayı belirli bir öğün olmadığı halde mutfağa girip bir şeyler atıştırdığımız gibi, farz olan vakitlerin dışında gönlümüz namaz kılmak istiyor mu, durup dururken iki rekât namaz kıldığımız oluyor mu? Sözü uzatmadan söyleyelim; Allah Teala ile beraber olmayı arzu ediyor muyuz?
Ezan sesi bizde nasıl bir etki yapıyor, ezanı duyduğumuzda çok müthiş bir müjdeli haber almışçasına gözlerimizin ışığı parıldıyor mu? Ezanın sözlerini tahlil ettiğimiz oluyor mu, tekbirler, tevhidler ve şehadetler kulağımıza ulaştığında ruhumuzun derinliklerine kadar ulaşıyor mu?
Biraz sonra Allah Teala ile beraber olacağım, rabbimin huzuruna varıp samimi bir şekilde kendimi Ona arz edeceğim. Onun kelamını Ona okuyacağım ve O da beni dinleyecek. Her taraftan üzerime çullanan ve içerisinde boğulduğum atmosferden kurtulacağım, beni boğmaya çalışan şu karanlıktan sıyrılacağım, hepsini arkama atacağım, beni yaratanın huzuruna varacağım, Onunla yüz yüze geliyor gibi olacağım, Ona halimi arz edeceğim. Şu anda ne kadar mutluyum, ne güzel...
Evet, bu ve benzeri duygu ve düşünceler geçiyor mu içimizden? Samimi olarak cevap verelim.
Sonra bu düşüncelerimiz bir bir gerçekleşiyor mu? Yani Allah Tealanın huzuruna vardığımızda Onunla gerçekten sağlıklı bir bağlantı kurabiliyor, beraber olabiliyor muyuz? Bunun en önemli belirtisi olarak da Onunla olan bu beraberliğimizi uzatmak istiyor ve uzatıyor muyuz? Kıyamımızı, kıraatimizi, rükûmuzu, secdemizi ve son oturuşumuz, yani her bir rüknü kendi içersinde uzatıyor muyuz? Evet, sırf Allah Teala ile beraberliğimizden dolayı uzatabiliyor muyuz rükünlerimizi, yani namazımızı???
MEHMET GÖKTAŞ
211
işte sabah...
Lal dudaklı bir sevgili zaman seni alnından öpüyor
Her şafak gözlerini açtığında yerde buluyorsun kendini
işte bi kez daha varsın
Bikez daha var edilmişsin işte
Elinden tutuyor zaman
Taze vir güne yolculuyor seni sevgili
Kendini unuttuğun yerde yeniden hatırlanıyorsun
Kendini unutturduğun demde yeniden insan oluyorsun
Uyanıyorsun ete kemiğe büünüyorsun
insan oluyorsun...
Anlaki sen kendine ait değilsin
Bir göz kapağının ardında yitebilirdin
Gecenin koynunda sevdiklerinden kopabilirdin,
Zaman nehri ayırabilirdi,beni benden canı bedenden...

Pek zayıfsın,pek kolay inciniyorsun
Seni yaralayan ne çok şey var
Kanadı kırık kuşlar önce senin kanadını kırıyor
Düşen yapraklar önce senin yüreğine hüzün düşürüyor
Hüznün için bin bir bahane var
Uçurumlar önce seni yutuyor
Hep dağların ardına savruluyorsun

Kerem seni arıyor,aslı sana özeniyor
Leyla çölde seni bekliyor,mecnun sana ağlıyor
Zaman seni senden alıyor
Sürekli uçurumlar açıyor önünde
Yangınlar sunuyor göğsüne
Dağlar dağlardan uzaklaşıyor
Kalpten kalbe çöller büyüyor
Hayır...hayır elin birşeye yetişmiyor
Parmaklarının arasında dökülüyor an
ömrün sevdalarına yetmiyor
öyle ki...
Her an ayaklarına batan cam parçası gibi kanatıyor seni
Yüreğini kanatıyor,acıtıyor

Bak vakit sabah,taze gün seni bekliyor
Ama yüklerin ağırlaşacak bil,belin bükülecek
Dünya seni çağırıyor,ömrün azalacak,zaman tenini yoklayacak,
Ruhun sıkılacak
şimdi şu halde elini eline veren,güneşi sabaha gönderen
Yağmurları alnına değdiren,sonsuz kudret sahibine
Halini arz etmeyecekmisin...
şimdi şu halde...
En ince dertlerini bilen,belli belirsiz fısıltılarını işiten
içinin ve içini bilen,sonsuz rahmet sahibinin huzuruna varıp
içini dökmeyecekmisin....

Bak seni bekliyor sevgilin...
Yangınını ona sunsan,bütün yangınlar söner
Gözlerini ona açsan,bi de onunla yansan
Alnına serinliğini dokundursan,yaralarını onunla kanatsan
Onunla ağlasan...

Ağla,ağla ki göz yaşlarına tek kanıt olsun
Ağlaki sevdalarını onun başucuna toplayasın
Aşklarını toplasın alnında
Ağlayasın,ağla!
Ağla ki kanayan kalbinden sızılar vursun yüzüne
Ellerin sevgilinin yüzüne koşsun
Dağ dağa kavuşsun
Yüzler yüzlere baksın
Sular sularda boğulsun
Yüzün sevdiğinin yüzünde kalsın
Ağla,ağla ki zaman sana kalsın
Zaman içinde kıvrım kıvrım yol olsun sonsuzluğa uzansın
Ağla göz yaşın yüzünü yıkasın
Haydi sevgiline koş,gecenin örtüsü dağılsın
şafağın saçları dökülsün,bütün küsmeler küsüşsün
Yalnız kalsın kavga kavgaya,tutuşsun,kalbinden vurulsun
Hüzün hüzne bölünsün,azalsın sıfırlansın
Ağla ağla ki,gurbet gurbeti gurbete göndersin
Ağlaki gözünün yaşı ırmağa kavuşsun

işte sabah,zamanın nehri göğsüne sokuluyor
Anlamını sende arıyor varlık
Yüzünü yüzünün ianesinde seyrediyor
Alnına RABBiN ışıklar dokunduruyor
işte seccaden alnını öpmeye geliyor
Secdeler seni uçurumlardan uçuruyor
Sevgilinin diyarına taşıyor
Anla artık anla!
Ağla hilal dudaklı bir sevgili yolunu gözlüyor
Zaman seni sensiz kılıyor
Namaz seni sen kılıyor
Namaz insanı insan kılıyor
Namaz insanı kılıyor
Namaz insanı insan kılıyor.....

Kanadı kırık kuşlar gibisin,mecnun sana ağlıyor
Bülbül seni her gün gülden soruyor
Kanadı kırık kuşlar gibisin,mecnun sana ağlıyor
Zaman seni senden çalıyor...
Ağla yüreğinle,ve ağla göz yaşın sana ağlıyor...


Senai DEMiRCi
212
Din Bilgisi / NamaZ..
26 Nisan , 2011, 00:03:44
Kıpırtısız bir boşluğa koyarsın alnını günde beş vakit. Secdenin alnını nereye değdirdiğinden habersizsin. Gösterişsiz bir yöne dönersin yüzünü; ışıktan yolları yoktur şehrin kıblesinin. Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her tahiyyatta... Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin edemiyorsun, aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun. Adını bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun. Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun. Şimdilik hece hece tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin pek az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun.
Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök seccadene...

Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden..
Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında... De ki "ben buraya razı değilim!"
Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın arefesinde.. De ki "ben sonsuzluğa adayım!"
Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını sonsuzluğun başına taşı.
Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niye/t ettiklerinin seni kurtardığını anla..
Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ gibi..
Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz ettiğin ruhunu..
Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin dostum. Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin. Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin.
Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu? Hiç olmazsa onu al yedeğine? Sana müşfik bir vaize olsun...Pişmanlık değil midir bizi en çok büyüten? Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine attığı sızıları kaybetme lütfen.. Bu bize lazım.. Hep lazım.. İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep... İçimizdeki hüzün yol göstersin bize. Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin rahmet dergâhına bitiştirsin secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin kucağına akıtsın yakarışlarımızı.
Çevreni temiz tut
Çevreni temizle. Namaza kalktığın zaman, yeryüzünün bütün gürültülerini sustur, işleri durdur, yollardan ayrıl, kenara çekil. Ruhunun yanına park et, kalbinin ahengsiz çırpınışlarına mola ver. Kapat kapıları; başkalarını alma içeri; dudaklarını kapat yalana, boş söze... Lüzumsuzlukları terk et, silkele üzerindeki şehrin görünmez tozlarını, cebinden boşalt sahte paraları, elini göğsüne sokup alıp verdiğin nefesi, kâinatın o en eşsiz, en görkemli ahengini farket.
Yüzünü fenaya çevirmekten, ümitsizliğin karanlıklarında tüketmekten, gözlerini harama bakmanın kirinden, dilini yalanı/yanlışı dillendirmekten, dudaklarını boş sözlerin tozundan yıka, temizle. Ellerini şerre alet olmaktan yıka. Başını şu fani dünyada Rabbinin aziz bir misafiri olma şerefiyle meshet. Topuklarla birlikte ayaklarını da dünyadan yıka; seni yükselteceğini sandığın şeyleri ayaklarının altından çek. Namazın eşiğinde doğrul yeniden. Orada En Sevgili'nin en çok sevdiği halde olduğunu hatırla. Orada En Sevgili'nin en çok sevildiği hale büründüğünü bil. Kâinatın sahibinden, kalbini kudret elinde evirip çeviren Rabbinin en sıcak, en taze aferinini alıyorsun şimdi. Duyuyor musun?
Bedenini pak eyle...
Bedenini, elbiseni, namaza durduğun yeri temizle. Güzel bir kokuyu koklar gibi bedeninden sıyrıl, teninden ruhuna taşın. Mevki ve makamını yansıtan her türlü elbiseyi çıkar üzerinden. Irkınla övünmeyi bırak, kavminden ayrıl, ülkeni terket, varsa, müdürlükten istifa et. Sadece seccadenin yöneldiği yere yönel; bulunduğun yerin ihtişamından sıyrıl. Sadece yüzünün döndüğü yerde ara itibarını, kalbini Kâbe'nin eteğine bırak. Kıbleyi bulduğunda, başka türlü endişelerden yüz çevir. Her yanını saran kaygıları, korkuları, hüzünleri, abdest suyunun alıp götürmesine izin ver. Dağılan gönlünü geri topla, uçurduğun huzuru geri çağır. Gamı sil göğsünden, dünyalıkları yıka elinden, benliğini düşür yakandan. Öylece temizlen....
Ayıplarını kapat..
Her mescide gelişinde "güzel elbiselerini giyerek gel" (el-A'râf, 7/31) Ne kadar örtünürsen örtün, kendini Rabbinden gizleyemezsin. O bilir içinin içindekini. O bilir niyetini. O bilir kendine sakladığını ve kendinden sakladığını. Başkalarına görünür olmak için kılma namazını. Başkalarının gözlerinden kaç. Başkalarının takdirinden uzaklaş. Niyetinin vadisine koy kalbini. Rabbe yöneldiğin köşe, kendini başkalarından gizlediğin yerdir. Rabbine yüzünü çevirdiğin seccade, kendi kendine kaldığın demdir.
Nedir avret, ne demek avret yerini örtmek? Göründüğün gibi olamadığın kadar ayıpların var, göründüğünden geri kalan her oluş avret yerindir senin. Şimdi herkesin takdirinden uzak, tüm vitrinlerin parıltısına küs, her türlü gösterinin uzağında, seccadenin kuytusunda iken, kendi kendine sarılmışken, elini elinin üstüne koyup kendini kuşatmışken, yüzünü fanilerden dönüp sonsuza çevirmişken, diz çöküp benliğini büyüklemekten vazgeçmişken, eğilip doğru olmaya azmetmişken, secdede varlığını sıfırlayıp kendini aşmışken, avret yerlerini ört; yani, kendine sakladığın, kendinden sakladığın eksiklerini, ayıplarını, kusurlarını, herkesten gizlediğin hallerini yok et, ört. Herkesin huzurunda hesap verecek, kimseden utanmayacak bir hâl elbisesine bürün.. İki yakanı bir araya getir; olduğun hali göründüğün hale yanaştır. Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle. Dikiş tutmuyorsa şayet, söylenmeyi bırak, sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme...
Kalbini kıbleye bırak...
Kalbini çokluğun perçemlerinden kurtar... Seni dünyaya doğru çekiştiren cezbeleri düşür yakandan. Seni yokluğun kuyusuna çeken kaygılardan uzaklaş. Seni uzaklara savuran rüzgârları sustur. Ruhunu ayrılıkların uçurumuna sürükleyen hüzünleri sil. Dünün hüzünlerinden yüz çevir. Yarının korkularını unut. An'ın içinde var et kendini yeniden. Yüzünün her noktasına her an rahmetinin güneşini değdiren Yaradan, kutlu nazarında ağırlıyor seni. Tebessümlerinin en güzel en tatlı hediye olduğunu söyleyen En Sevgili, âşinası olduğun, sıcağını özlediğin yüzlere çeviriyor yüzünü. Her şeyin alçaldığı, her işin meyvesizleştiği, her yüzün kirlendiği bu çağda, kıble kalbinin adımlayacağı kırmızı halı gibi serildi önüne. Seni özel eyleyen, seni biricik bilen Rabbinin rızasına yönel. Şehrin telaşlarını, dünyanın çekip çekiştirmelerini, günübirlik sevdalarını kıblenin kırmızı halısına adım atar atmaz uzaklara at.
Kalıbını tuttuğun gibi, kalbini de tut kıblede. Her secdede Kâbe'ye değdir alnını. Yöneldiğinde, Kâbe'nin analık ettiği nurlu sütunun önünde ağırlanan aziz bir misafir bil kendini.
Senai Demirci ...
213
Din Bilgisi / Âşıkların namazı…
26 Nisan , 2011, 00:02:33
Âşıkların namazı...
Akşam namazı vaktinde herkes mumunu yakar,
sofrasını kurar;
bense sevgilinin hayâline dalar, gamlara batar;
ağlayıp feryat etmeye koyulurum.
Gözyaşıyla abdest aldığımdan namazım da ateşli olur.
Bir ezan sesi geldi mi, mescidimin kapısını yakar yandırır.
Hak kapısını nasıl çalayım?
Ne el kaldı ne gönül!
Ey Mevlâm, eli de sen aldın, gönlü de sen;
bari bir aman ver bana!
And olsun Allah'a ki namazımı kılarım;
ama rükû tamamlandı mı, imam kim?
haberim bile olmaz.
Mevlâna (Gazel, VII, 263, 264)
214
Din Bilgisi / "Ah minel Ah!"
25 Nisan , 2011, 23:59:03
Bu yazıya başlıyorum çünkü her başlamayı bir dua biliyorum. Çünkü, aczimizin ışık görmemiş incileri ancak başlayınca dökülür avuçlarımıza. Fakrımızın okşanmaya aç şalı ancak bir işe başladığımızda serince sarılır boynumuza. Nihayetsiz acizin nihayetsiz kudret sahibi karşısındaki hali n'ola ki duadan gayrı? Hadsiz fakirin sonsuz rahmet sahibi huzurundaki hali n'ola ki yakarmaktan öte? Başlamanın başucunda "O'nun adıyla" teslimiyet saklıdır her daim. Demek ki, her başlamanın ayakucunda kendi adıma var olma zannının, başına buyruk yaşama hevesinin ezilmiş cesedi yatmakta.

Bu yazının ikinci paragrafına da başlıyorum çünkü bir dua makbuliyetinin, bir çağrı kabullenmişliğinin sonsuz yumuşak yağmurunu hissediyorum dimağımda damağımda. Gökçekimine tutulmuş gibi parmaklarım. Parmak uçlarım ile tuşlar arasındaki ilişki, şimdi Beylerbeyi?nde seyrettiğim martılar ve boğaz suları arasındaki ilişkinin aynısı. Onlar denizin kıpırtıları arasında rızık ararken, ben zihnimin kıyılarına vuran anlamları kelimelerin gagasına asmak istiyorum. Onlar da ben de duadayım. Gerçeği gerçek olarak görmek de rızık. Gerçeğin rızkını ona tâbi olarak yudumluyoruz. Yanlışı yanlış bilmek de rızık. Yanlışı yanlış bilmenin ekmeğini tuzunu ondan sakınmakla yiyip içiyoruz.

Bu yazının üçüncü paragrafına da başlayabiliyorsam, "nefesimize dolanmış arsız çığlıkları" susturma çağrısının ardı sıra yürümeye çabaladığımdandır. Yine alışverişimizi her an O?nunla yaptığımızı hatırlatan "aldığımız her nefesten helâllik dile"me inceliğinin ipinde yürümeye çalışıyorum hece hece.

İşte bir paragraf daha başladı. Yeni cümleler, belki yeni kelimeler.. Okuyucumun bu satırlara verdiği göz nurunu hak edecek hakikat kevserini doldurmaya çalışıyorum kelimelerin kâsesine. Harfler üzerinden iniyoruz kalplere. Arsız çığlıkları kelimelerin kalbine yüklenmiş hikmetlerin derin sükûnetine sarıyoruz. O yüzden, sevgili okuyucu, işte o yüzden benim tuhaf sızılarım var, garip sancılarım var, acayip acılarım var. Bir lügatin tozlu sayfalarında unutulmuş kelimelere acıyorum ben. Sıcacık bir dudağa değmeyeli yıllar olmuş şiirler için ağlıyorum ben. İlk söyleyeninden bu yana heyecanlı bir nefese dolanmamış sözler için üzülüyorum ben.

Bir düşün hele. Nice kutlu damaklardan süzüle süzüle gelmiş bir söz olsan sen, sonra bir kenara bırakılsan. Seni seslendirenler geri kafalı sayılsa, seslendikleri de boş boş baksa. Bir toplumu heyecanlandıran, iki yabancıyı birbirine bir anda aşina eden bir şiir olsan sen, ama gözden düşmüş, dilden sürülmüş olsan. N'edersin?

İşte son paragraf: Bak ki nereye geldik. Otur şöyle yanıbaşıma, gel dinlen aklımın başköşesinde diyebildiğin bir sözün var mı senin? İçinin loş kuytularından akıl terini döke döke çektiğin, toprak testiyi serince doldurup dudakların çatlağını onaran bir kelimen var mı senin?

"Ah minel aşk!" dediğiydi şairin. "Ah ki aşktan çektiğim" dediğiydi. Bak ki n'oldu "Ah!"lara. Aşklar gibi "Ah!"lar da sığ telaşların, boş sevdaların başını bekler oldu. "Ah!"a değmeyen sığ dertlere harcanıyor "Ah!"lar, ah! Ümit vermeyen sevdaların ardına savruluyor "Ah!"lar, ah!

"Ah minel Ah!"
Ah ki Ah'tan çektiğim!
"Ah ki ilel Ah!"
Ah ki Ah'a çektirdiğim.

SenaiDemirci
215
- Çocuk donmamış beton gibidir. Üzerine ne düşerse izi kalır.
    - Çocukların nasihattan çok iyi örneklere ihtiyacı vardır.
    - Çocuğunu iyi eğiten kimse, düşmanının bel kemiğini kırar.
    - Çocuğun ortaya koyacağı şahsiyet; fıtrî değil kesbiîdir, terbiyevîdir.

Sevgili anne ve babalar, Çocuğunuzu.............

          -Hoşgörüyle yetiştirirseniz, Sabırlı olmayı öğrenir.
          - Destekleyip yüreklendirirseniz, Kendine güven duymayı öğrenir.
          - Yaptığı güzel şeyleri över ve beğenirseniz, Takdir etmeyi öğrenir.
          - Hakkına saygı gösterirseniz, Adil olmayı öğrenir.
          - Güven ortamı içinde yetiştirirseniz, İnançlı olmayı öğrenir.
          - Kabul ve onay gösterirseniz, Kendini ve başkalarını sevmeyi öğrenir.
          - Aile ortamı içinde dostluk ve arkadaşlık gösterirseniz, Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.
          - Sevgi içinde büyütürseniz, Güvenmeyi öğrenir.
          - Sürekli eleştirirseniz, Kınama ve ayıplamayı öğrenir.
          - Kin ortamında büyütürseniz, Kavga etmeyi öğrenir.
          - Alay edip aşağılarsanız, Sıkılıp utanmayı öğrenir.
          - Devamlı utanç duygusuyla eğitirseniz, Kendini suçlamayı öğrenir.
          - Devamlı gülünç duruma düşürürseniz, Çekingen olmayı öğrenir.
          - Kendisine inanmazsanız, Dolandırıcılığı öğrenir.
          - Aşırı hoşgörülü olursanız, Bencilliği öğrenir.
          - Her zaman tenkit ederseniz, Kendini kabahatli bulmayı öğrenir.

alıntı
216
Sevginin, insan psikolijisine olumlu katkı yaptığını vurgulayan Mevlânâ Hazretleri aşk ve sevginin benliği hor ve hakir kılıp, insanı yükselttiğine dikkat çekiyor. "Onsuz bütün beden tamahtan ibarettir. Tamah ise alçaltandır. Sevgi ve şefkat insanın, öfke ve şefkat ise hayvanın temel hasletleridir. Sevgi güneştir; ama kusurları örtmede gece gibi olun!" şeklinde özetler aşk ve sevgiyi.

Osmanlı İmporatorluğu'nun en şaşaalı döneminde yaşamış ve koca imparatorluğun bir anlamda kaderine hükmeden kararlara etki eden birisi olarak Hürrem Sultan'ın bu anlamda Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı mektup ve ona hitapta kullandığı ifadeler çok önemli;

"Ayağınızın bastığı toprağı yüzlerce defa öptükten sonra, benim güneşim ve saadetimin sermayesi sultanım."

"Eğer siz, bu ayrılık ateşi ile yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap olmuş, gözleri yaşla dolmuş, gecesini gündüzünden ayıramayacak kadar hasret denizinde boğulmuş biçareyi; aşkınızla, Ferhat ve Mecnun'dan beter olmuş âşık kölenizi sorarsanız, sultanımdan ayrı olduğumdan beri bülbül misâli âhım ve feryatlarım dinmemiştir. Öyle bir hale düştüm ki, bu hasretin verdiği kahrı ve acıyı, Rabbim düşmanlarıma vermesin."

Saraya bir esir olarak getirilen Hürrem Sultan'ı görür görmez Kanuni Sultan Süleyman Han'ın da bir anda âşık olduğunu haber verir kaynaklar. İnsan bir kere de âşık olunca artık onu anlatmayla geçer bütün vakti. Hürrem Sultan'ın Kanuni'ye yazdığı o sözlerden sonra şimdi gelin hep birlikte Kanuni Sultan Süleyman'ın onun için neler yazdığına bakalım:

"Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ay'ım, can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım. Hayatımın, yaşamımın sebebi cennetim, kevser şarabım. Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm. Sevinç kaynağım, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meşalem. Turuncum, narım, narencim, hayatımın aydınlığı. Gönlümdeki Mısır'ın sultanı, varlığımın anlamı, İstanbul'um, Karaman'ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevdiğim.


İbrahim Hakkı Hazretleri'nin eşlerine yazdığı mektuptan şefkat, sevgi ve aşk dolu ifadeler de şöyle:
"İzzetli, hürmetli, hakikatli, adamlıklı, şefkatli, hatırlı, gönüllü, asilli, usullu, akıllı, izanlı, hünerli, marifetli, üsluplu, yakışıklı, güzel huylu, tatlı dilli, uzun boylu ince belli, ayıpsız hatunum, helalim Firdevs Hatun huzuruna, derun-i dilden ve can u gönülden selamlar ve dualar edip ol mübarek nazik hatırın sual ederiz, Huda'nın birliğine emanet veririz. Benim nazlı yar-ı gamgusârım. Benim şenliğim, şöhretim, benim sevdiğim, keyfim, benim canım Firdevsim! Neylersin n'işlersin, ne keyftesin, ne fikirdesin, ne haldesin, ne demdesin? Benim güzelim, garip gönlünü ne ile eğlersin? Benim güzel keyfim, senden ayrılmak ne çetin ahval imiş bilmezdim.
alıntı
217
Uzman Pedagog Adem Güneş, çocuklarımıza kaç yaşında ve nasıl Kur'an-ı Kerim öğretmemiz gerektiğini yazdı... İşte Adem Bey'in önerileri:

   
Çocuğuna kur'anı öğretmek ve ezberletmek her anne-babanın isteği... Ama ne yazık ki görülüyor ki; çocuklara Kur'an-Kerim öğretme ve hafızlık eğitimi için kafalar oldukça karışık...

Konuya adım adım açıklık getirmeye çalışırsak eğer.

1- Çocuklarda, 2 yas dönemi dile karşı oldukça hassas oldukları bir dönemdir. Çocuk bu dönemde, her bir yeni kelime ile çok ilgilenir ve hemen o kelimeyi kullanmak ister... Çocuklar bu dönemde bitmek bilmeyen bir hevesle ve keyifle kelimelerdeki melodileri çıkarma gayretindedirler. Bu dönem ikinci dil öğrenimi için çok uygundur. Zira çocuklar eşyanın ismini ilk duyduğu kelime ile hafızasına yazar ve kalıcı belleği oluşturur. Bu dönemde çocuğa eşyanın isimleri ve fiiller iki dilde öğretilirse çocuk zorlanmadan iki dilini birden geliştirir. (Ancak bu iki dil aynı yetişkin tarafından verilmemesi gerekir)

2- 2 yas dönemi çocukların eşya ve olayların isimlerini öğrenmeye en yatkın dönemleri olsa da, Kur'an-ı Kerim'i bu dönemde ezberletmeye çalışmak yanlış olur. Zira çocuk bu dönemde sadece eşya ve olayların isimlerini öğrenmektedir, henüz ezber yapma becerisi gelişmemiştir.

3- Çocuklar 3,5 - 4 yaşlarına geldiklerinde kelime dağarcıyı oldukça yükselmiştir ve artık kelimeleri kullanmaktan keyif almaya başlar. Bu dönemde çocuklar uzun kelimeleri ve cümleleri "taklit" yolu ile öğrenme surecine girerler. Şiir ezberlemekten, şarkı sözü ezberlemekten büyük keyif alırlar. İşte bu dönemde çocuklara Kur'an-ı Kerim'i keyifle ezberlemesine "zemin" hazırlanabilir. Bu zemin çocuğun keyifle bir şarkı sözü ezberlemesi gibi, doğal yasam içinde duyduğunu ezberlemesi seklinde olmalıdır. Yoksa bir ders suretinde ezberlemeye çocuk benliği tepkisel davranır... .

4- Çocuk 3,5 yas döneminde keyifle yürüteceği bir ezber yeteneği vardır ama henüz bu dönemde harflerden kelimeler ve cümleler yapma duyarlılığı ve merakı yoktur. Dolayısı ile bu yas döneminde çocuklar Kur'an ezberliyor olsa da, harfleri öğretmek doğru olmaz.

5- Çocuklar 6 yaşına geldiklerinde ise, yazı okumaya, yazı ile cümleler kurmaya duyarlılığı başlar. İşte çocuk eğer 3,5-4 yaşında Kur'an dinleme ve ezber yapma sureci yaşamışsa, 6 yaşından sonra da ezberlediği Kur'an'ı harflerle de okuyup hafızlığını sürdürebilir.

Süreç böyle olursa çocukların duyarlılık dönemine denk gelen bir eğitim sureci yaşatılmış olur.
Kadınca Kararınca
218
Din Bilgisi / Bu 5 hastalık sizde var mı?
23 Nisan , 2011, 11:45:03
Ne ben bir doktorum ne sizler benim hastalarım.


Fakat elime bir reçete geçti. Baktım ki, benim yara ve hastalıklarıma faydası var. İhtiyaç hissedenler olur da duaya vesile olur ümidiyle kaleme alıyorum bu yazımı.


Bazılarınızın da hamdolsun hiç bir şeyim yok çok sağlıklıyım dediklerini işitir gibiyim. Lakin bu hastalık öyle bildiğiniz türlerden değil grip değil baş göz ağrısı değil.


Daha beteri!


Manevi hastalıklardır ki, maddi yaşantınızın tadını maddi hastalıklarınızdan daha çok kaçıracak cinsten.


Zaten uzmanlara göre duygusal problemler maddi hastalıklar olarak da kendini göstermeye başlar. Bir insan zihinsel yorgunluğunu ve problemlerini aşamayınca bakarsınız ki saçları beyazlamış, dökülmeye başlamış, yüzü gözü yara bere içinde kalmış sivilcelenmiş.
O sebeptendir ki hastalara moral verilir, iyileşmeleri hızlansın yahut acıları dinsin diye. Akraba eş dost toplanır bir çiçekle geçmiş olsuna gelir ve bir sürü moral verecek cümleler ile sizi teselli edebilir.
Fakat benim bahsedeceğim hastalığın tesellisi de öyle akraba eş dost ziyareti ile olacak cinsten değil. Hadi canım artık söyle ne o hastalıklar bizde bilelim dediğinizi işitir gibiyim bazılarınızda okuyunca aman bumuydu hastalık dediğiniz şey, bende yeni bir şey keşfettiniz de reçete veriyorsunuz sanmıştım, hiç ilgilenmiyorum, benim meselem değil, bu bahsettiğiniz hastalıklar gereksiz bir saçmalık diyecektir.


Başta söylediğim ve çok yazılarımda daha öncede belirttiğim gibi nefsime ders olsun diye kaleme aldığım yazılarımı ilan edince benim gibi nefsinin yaramazlıklarından bıkmış hayatının tadı kaçmış ve o tadı yeniden yakalamaya çalışanların duasını almak içindir.


Beyaz sayfaları karalamaya devam ediyorum ümit ederim ki beyaz sayfalarımı karalarken bu siyahlıklardan nefsimiz pişman olup da Rabbi Rahimden af ve mağfiret dilenir.


Birinci hastalığın ümitsizlik tir ki bu sana bela olarak yeterde artar. Yapman gereken hayırlı görevlerini yapmadığın zaman bilirsin ki hesap günü var ya mükâfat ya mücazat. O vakit sen azap çekmekten korkarsın. Bu korkudan ümitsiz düşersin. Eyvah cehenneme gideceğim orda yanacağım acı çekeceğim bu yaptığım yanlışlar orda başıma bela olacak diye kalbin vicdanın sağından gelen sesler uyarılar seni hepten ümitsiz eder.


Bu ümitsizlikten kendini kurtarmak içinde dini meselelere karşı en zayıf hakikatsız bir söz senin için kocaman bir delil ve ispat gibi olur. Mesela denilir aman canım neden azaptan korkarsın cehennem falan yok gidipte gelen mi var ahrete de böyle bir endişe duyuyorsun. Zaten öldükten sonra yaşam mı olurmuş adı üstünde ölmüşsün çürümüşsün asıl hayat dünyadır ne yapsan yanına kardır hesap günüde nerden çıkmış bak o kadar bilim adamı var fen felsefeyle uğraşan profesörler var  öyle şey olsa önce onlar bunu söylerler kafana takıp hayatının tadını Allah ile kitap ile cehennem ile kaçırma. İşte bu sözler kulağına üflenir üflenmez yalancı bir oh bee çekersin ve kendini ümitsizlikten kurtardın sanarsın ve işlediğin haltlara artık rahatlıkla devam edersin helal haram hiç düşünmesin. Sonra karşına hayırlı insanlar çıkar ve seni uyarır bak güzel kardeşim yaptığın sana ve kainata zarardır hem hesap günü var ya mükafat görürsün ya ceza. Sen ise daha önce kulağına kaçırılan suları çıkarırcasına aynı tekerlemeleri delil gibi sunmaya başlarsın. Gerçi ölüm ile kabir taşına başını vurunca artık ümitlenme yada ümitsiz olman senin için bir şey değiştirmez, amellerinle baş başa kalırsın.  Çünkü şeytanın ordusuna katıldın şeytan kumandasında Rahmaniyet ile savaştın aslında kullanıldın bir hiç uğrun(d)a. Sonunda hiçbir kazancın olmayacak şekilde harcandın bozuk para kadar kıymetin kalmadı et ve kemik yığını olarak toprağa yıkıldın. Ya işte gördün ümitsizlik deyip geçme ümitsizlikten kurtulayım derken ayağın nerelere kay(dırıl)ıyor gör bil artık ayıl ! ! !


Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında bu hastalık seni bulduğunda işte sana reçete hala aklın varsa kullanırsın:


[(Benden taraf) de ki: "Ey kendi aleyhlerine olarak günahlarda aşın gidenler!


Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.


Çünkü Allah, bütün günahları bağışlayandır.


Şüphesiz O Allah, çok bağışlayan ve çok acıyandır." ] Zümer Suresi 53   



İkinci hastalığın kendini beğenmişliktir. Seni bu hastalığa bir çok sebep itebilir. Birilerinin sana sürekli aferim çekmesi övgüler yağdırması seni kendini beğenme hastalığına düşürebilir. Fakat bugün seni beğenenler yarın beğenmez olurlar bu hastalıktan o gün acı bir uyanış ile uyanırsın bir hiç olduğunu anlarsın. Asıl tehlike ümitsizliğinde Rabbinden ümitlenmemendir. Bu durumda kendine bakarsın ki azıcık güzel işlerin faydalı faaliyetlerin becerilerin olmuş ve bunları kendinden bilirsin ben ne adammışım be ne güzel işler yapmışım demeye başlarsın ve kendi amellerine güvenmeye başlarsın. Kendi amellerine güvenmen, seni ümitlendirir. Bu kadar iyilik yaptım bunlar bana yeter beni kurtarır zannedersin. Halbuki bilseydin ki kendi yaptığın iyilikleri beğenip güvenmen onlarla iftihar etmen kendini beğenmişliktir. Senin ayağını kaydırmaya yeter dünyanı da ahretini de berbat etmeye yeter. Çünkü senin yaptığın iyilikler de senin hakkın yoktur çünkü senin mülkün değildir onlara güvenemezsin. Neden mi? Senin taşıdığın et ve kemik ve muhtelif maddelerden oluşan ceset elbisen bile senin değildir senin sanat eserin değildir sen yapmamışsındır yolda bulmuşta almamışsındır kıymetsiz olduğu için sokağa atılmışta sen sahip çıkmışsın gibi değildir. O bedenin mükemmel donanım ve tasarımı ve özellikleri ile beraber her şeyi hikmetle ve sanaat ile yapan bir kudret kaleminden çıkmıştır ki sende emaneten durur sen o cesedinin içinde ruh ve duyguların ile emaneten oturursun ve o vucudunda yapılan binlerce faaliyetler içinde ancak birkaç tanesinde az bir tasarruf sana aittir. Ağzına götürdüğün elmayı bedeninde bölüp parçalamak moleküllerine ayırmak o bedende taksim etmek tüm hücreleri beslemek ancak o bedenin o emanetin asıl sahibi olan Rabbi Rahimin eliyledir.


Kendini beğenmeye hakkın neden yok hala anlamadıysan düşün bir kere duygularının içinde en genişi hayal kuvvetindir ki aklın hayalini kaplayamaz hayaline aklın yetişemez kabul dahi edemez. Sadece hayal kuvvetine yetişemeyen sözünü geçiremeyen bir aklın ile kendini beğenmeğe çalışırsın. Beğeneceğin azıcık kısır bir hareketin değil hadsiz faaliyet ve icraat ile kendini ayan beyan gösteren Rabbi Rahimi ve işleri olmalıdır. Mülk ona aittir. O na teslim etmeli O nu beğenmelisin. Kendini beğenen başına belayı bulur zahmetler içinde boğulur bilesin.


Hala kendini beğenmek için bir şeyler arıyorsan şunu da hatırlatayım sana. Şu hayatta senin iradenin dışında senin aleyhinde ve lehinde bir çok fiiller olmaktadır. Gerçekleşen bütün bu fiillerde şuurlar olmadığı için anlaşılır ki sanaatkar bir şuur sahibi bu fiilleri yapmaktadır. Bir odun parçasının çamurlu suyu içip dallarıyla portakal vermesi, elsiz bir böceğin ipek dokuması, zehirli bir böceğin bal yapması gibi.. o halde anlamalısın ki ne sen fiillerin sahibisin nede o fiilleri meydana getiren sebeplerin sahibi.. taşıdığın cesedin bile senin senin sanat eserin tasarımın değildir. Bunun yanında tamirin az tahribin çoktur. İyiliğin az zararın fazladır.


İşte kendini beğenmişlik hastalığından kurtulmak için sana reçete:


Mülk ve hamd Allah'a mahsustur. Günahlardan sakınmak ve ibadete güç yetirmek ancak O nunla olur.


Üçüncü hastalığın ise gurur dur. Evet insan bu hastalığa yakalanırsa maddi ve manevi yükselişlerden mahrum kalır öyle bir hale düşer ki bu düşüşün çıkışı ancak bu hastalığını tedavi etmesi ile mümkün olabilir. Kendi yaptığını beğenip başkalarının hizmetlerini küçümsese kabul etmese takdir etmese gurur hastalığına yakalanmaya başlamıştır. Bir adım ötede benden iyisi yok diyerek bütün nimetlerden mahrum kalır. Yıldız böceği gibi gecenin karanlığında kafa fenerine mahkum olur güneşin doğuşu ile maskara olur. Bu hastalığından kurtulmanın çaresi ise kolay değildir bazı zaman ise hiç yoktur. Zira kütükleşmiş bir enaniyeti anca cehennem adam eder. Hangi ilacı gurur hastasına verseniz gururu sebebi ile 0 ilacı kullanmayacaktır. Gurur hastalarının tedavi ve terbiyesini Cenabı Allah onları musibete uğratarak haklarında hayırlı eyler.


Yatağa düşünce amansız bir hastalığa kapılınca çaresiz kalınca güvendiği şeyler elinden bir bir alınınca artık gururlanacağı bir şeyi kalmaz. O duruma düşmekten kork ve titre. Çünkü böyle bir tedavi ile reçete sana geldiğinde acizliğini fakirliğini anlamaz isen eğer isyana baş vurur inat ile secdeden kaçar tevbe ile pişman olmak yerine en büyük bir firavun olur çıkarsın yapacağın son secdede ise artık senin için geç kalmış olabilirsin.


Dördüncü hastalığın ise kötü düşünce ve şüphelere sahip olmandır. Sen yaratılış olarak cennete aday bir donanıma sahip cennete uygun özellik ve duygularla var edildin. Adem babamızın asıl vatanı olan cennette yolcusun. O yüzden aklını yine başına al sen güzel düşünce ile görevlisin yapıcı olmakla görevlisin faydalı olmakla görevlisin. Efendim bana kötülük yaptılar bende onlara kötülükle cevap vereceğim diyemezsin. Sen kötülüklere iyilikle cevap vermekle görevlisin. Mahşer günü yüzünü kızartacak işlerden yılan ve akrebin seni sokmasından kaçtığın gibi kaçmalısın. Bu hastalığından kurtulmak için ise insanların hizmetlerini görüp takdir etmelisin herkesi kendinden daha iyi yapabileceğini kabul etmelisin kendini onlardan aşağı görmelisin. Bilmediğin meseleler hakkında söz sahibi olmamalısın. Bildiğin meseleler hakkında da yanılabileceğini bilmelisin. Çünkü ön yargı ile peşin hüküm ile birilerinin hakkında kötü düşünmek hem sosyal hayatını hem şahsi hayatını ve hayatları mahveder.  İnsanlar hayır yapacağım diye yarışmak yerine gördükleri ayıpların üstünü örtseler  kusur araştırmak yerine kusurları örtme yarışı içine girseler yapmak istedikleri hayırlardan daha güzel hayırlar yapmış olacaklardır.


Zira bir kimsenin ayıbını araştırıp gün yüzüne çıkarırsan o kişi o ayıbı işlemekte artık utanmaz olur ve bir insanın daha ayağının kaymasına şeytanın ordusuna gitmesine hizmet etmiş olursun. Kusurunu örtsen ona İslam'ın kardeşlik ve dostluk yüzünü yardımını yansıtsan onu kazanırsın ve o ayıbı bir daha yapmamasını sağlarsın. Bir gün kötü muameleler ile karşı karşıya kalırsan ısrarla iyi olmaya iyilikle cevap vermeye devam edebilmelisin. Onun için şimdiden o günkü imtihanına kendini bugünden hazırla. Öyle ki artık seni görenler demeli bir

Müslüman ki elinden dilinden ve belinden eminim o mümin ki her şeyi ile iyi bir insan. Fakat bu sözün muhatabı olduğunda ben nefis itibari ile çok yaramaz biriyim fiil cihetiyle bir hiçim her şey tüm güzellikler Rabbimden. Üzüm tanesindeki lezzet onun kuru ve acı sapında aranmaz içte ben o kuru ve acı sapım demelisin. Gururdan kendini beğenmişlikten ümitsizlikten ve kötü düşünce ön yargı gibi şeytani özelliklerden kendin


Rahmani vasıflara yönlendirmeli Allah Resulünü kendine örnek yapmalısın.


Beşinci hastalık ise konuşmadır. Bu hastalık özellikle bu asırda revaç bulmuştur. Söz gümüşse sükut altındır, ya hayır söyle ya sus gibi manevi irşadlar artık gevezelik boş konuşma hastalığının bulaşıcılığından yok olup gidiyor. Konuşma hastalığının yayılması sebebi ile dünyanın huzuru kaçırılmaktadır. Çok konuşan muhakkak hata eder hatalı cümleler kurar. Evli insanlar boş ve faydasız konuştuklarında boşanmaya kadar giderler, dostlar birbirleri ile faydasız konuşmaya devam etseler dostlukları kavga ile bitebilir, özellikle ilim tahsil etmeden konuşmak hem sana hem muhataplarına zarar verir. Bir de hasta konuşmaları kayıt altına alıp televizyon ile radyo ile dergi gazete ile yaymaya başlayınca bu gürültüden maddi alem manevi duygular yara bere içinde kalır. Bu hastalıktan kurtulmak için en büyük konuşmanın sahibi Rabbi Rahime kulak vermelisin gönül vermelisin dil vermelisin göz vermelisin ayak vermelisin el vermelisin tüm duygularını ona teslim etmelisin yani sana verilen bütün cihazlar ile hepsini ayrı ayrı kulluğunu sergilemelisin. Mesela gözünü Rabbinin sanatını hikmetini ilimini güzelliklerini düşünmeye bakıtmalısın. Yoksa nefsin ve şehvetin için o gözü kullanmaya devam etsen ebedi manevi körlük gibi bir musibete düşersin. O göz O nun faaliyetlerini görmen için verilmiştir. Dilini O na kulluk için ver O nu an O nu anlat O nu sevdiğini söyle O nun için konuş O nun için sus O nunla alakası olmayacak hiçbir iş için dilini kıbırdatma. O vakit ebedi bir konuşma nimetini kazanırsın yoksa o dil bir gün senden alınır ah ve vahlar çekmek için sana iade edilir.


Ayaklarını O nun yolunda gitmek için kullan ellerini O nun rızasını kazanmak için çalıştır yoksa O ayaklar ve eller senden geri alınır bir azaba çakılır kalırsın ve seni kovalayacak azaplardan kaçmak için kullanırsın. Diğer azalarını sen kıyas et. Güzel gör güzel düşün güzel düşünüp hayatından lezzet al ve insanları da buna teşvik et. Göreceksin o zaman bu beş hastalık senden yavaş yavaş gidecek uzaklaşacak şeytanını üzecek Rabbini çok sevindireceksin ve O senden razı inşallah olacak.


Gel üzelim bu iblisi.


Gel Memnun edelim Alemlerin Rabbini..


Zira O bizi memnun ediyor isyanımızı yüzümüze vurmuyor bize mühlet tanıyor O na küfredenlere bile çeşit çeşit rızıklarını nimetlerini vermeye
devam ediyor.


Yazımı Rabbime nidalarım ile sonlandırıyorum.


Ya Rabbi sen şahidimsin ben ecelimin beni sürekli takip ettiği bir alem olan dünyada senin rızanı kazanmak için dilimi döndürdüğün kadar aklımı işlettiğin kadar senin güzel kullarını sana çağırıyorum bu çağrışmalarım da beni de sana en hayırlılar ve Salihler ile ulaştır. Nefsime verdiğim bu dersimi ve benim gibi nefsinden dertli olanlara Kuranının derslerinin tesirini göster. Seni layığı ile tanıyıp bilemiyoruz ey sonsuz şefkatli Rabbim bizleri her türlü kötü düşünce ve davranışlardan arındır bize verdiğin emaneti korumayı nasip eyle amin amin amin


Süleyman Yasin Akdeniz
219
Elma, ayva, havuç vb. gibi meyveler posalı yendiğinde, doğal diş fırçası durumuna geçip, diş taşlarının oluşmasına mani oluyor.
Geçenlerde bir TV ekranında dünya çapında tanınan bir doktorumuz, meyvelerin sadece suyunu içip posanın atılmasının insan sağlığı için sakıncalı olduğunu söylüyordu. Diş hekimleri de posasıyla beraber meyve yenmesinin diş sağlığına çok faydalı olduğunu ifade ediyorlar. Elma, ayva, havuç vb. gibi meyveler posalı yendiğinde, doğal diş fırçası durumuna geçip, diş taşlarının oluşmasına mani oluyor.

HER ŞEY BİZİ O'NA YÖNLENDİRİYOR

Posanın, bağırsak hastalıkları ve kanserlerini önleme açısından da mühim yeri var. Tıbbî araştırmalar, diyeti yüksek posalı olan gruplarda kalın bağırsak hastalıklarının daha az olduğunu gösteriyor. Sizce bu durum bile, kâinattaki her varlığın bir hikmete binaen yaratıldığını gösterip bizi her şeyi ilim ve programla ayarlayan Yüce Yaratıcı'yı tanımaya yönlendirmeli değil mi?

Bugün
220
Din Bilgisi / HERKESİN ARADIĞI KAPI
20 Nisan , 2011, 14:54:26
HERKESİN ARADIĞI KAPI



Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz çok merhametli.

Ama buna karşılık biz insanlar, kusur etmekten, günah işlemekten geri durmuyoruz.

Nefis taşıdığımız için ibadetlerimizi bile çoğu za­man eksik ve kusurlu yapıyoruz.

Ama merhametli Rabbimiz bizlere tevbe etmemiz, af dilememiz için izin veriyor ve günah­larımızı bir pişmanlığımızla adeta temizleyerek rahmetini gön­deriyor.

Aksini düşünürsek bunu daha iyi anlarız. Rabbimiz tüm canlılara ve biz insanlara azap etmek isteyen bir Rab olsay­dı, en küçük bir hatamızda hemen üzerimize azabını indirirdi. Tevbe olmadığı için günahlarımız biriktikçe birikirdi ve hep bir­likte cehennemin yolunu tutardık.

Hattâ böyle bir durumda cennet gibi muhteşem bir ikram ve mükâfat yeri de olmazdı. Ve hepimiz yalnızca azap edilmek için yaratılmış olurduk, ama Rabbimiz azap etmek isteyen bir Rab değil. Zaten öyle olsaydı bunca uyarıcı ve müjdeleyici pey­gamberlere, evliyalara, âlimlere gerek kalmazdı.

Rabbimiz bizi bizden daha çok seviyor, bize bizden daha çok acıyor ve bizi bizden daha çok düşünüyor. Günahlarımızı affetmek için bizle­re tevbe gibi bir nimeti ve Rahmeti ihsan eden Rabbimizden af diliyor muyuz? Tevbe kapısından, rahmet kapısından içeri gir­mekte acele ediyor muyuz?

Şu an hiçbirimizin haberdâr olmadığı bir ağaçtaki, bir elma­nın içindeki aciz kurdun aç karnını bilen ve onun dört bir yanı­nı rızıkla donatan Rabbimiz, bizleri de cennetine, asıl rızık ve ikram sofrasına çağırıyor. Bir pişmanlığımızla, günahlarımızın affını isteyerek bir tevbemizle oraya kavuşabiliriz.

Hayatımızda, günlük yaşantımızda bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız kusurlarımız, hatalarımız vardır. Meselâ, bir dostu­muza karşı o anki öfkemizle bilerek kırıcı davransak, bir müd­det sonra hatamızı anlar, özür diler, onun gönlünü almaya çalı­şır ve affedilmeyi bekleriz.

Yolda, otobüste giderken birine çarpmamızın, bilmeyerek bi­rinin ayağına basmamızın hemen ardından gelen söz, "affeder­siniz özür dilerim" sözüdür. Bilerek ya da bilmeyerek işlediği­miz kusurlarımız içimizdeki vicdan süzgecinden geçer, içimiz­de küçük bir azap uyandırır. Bu yüzden insanlardan özür dile­yerek, af isteyerek içimizi rahatlatmaya ve vicdanımıza huzur getirmeye çalışırız. Hele özür dilediğimiz insan" Zararı yok, olur böyle şeyler" diyerek hoşgörüyle affetse derin bir oh çeke­riz.

Hatalarımız sonucunda insanlardan özür dilemek, onların gönüllerindeki merhametin devreye girmesini beklemek kadar tabîi ve affetmeleri kadar bizi rahatlatan bir şey yoktur, insanlar arasındaki durumumuz böyle. Onlara karşı hatada bulunuyo­ruz. Gönüllerine yerleşen Rahîm sıfatının tecellisi, küçük mer­hamet kırıntıları sonucu affediliyoruz ve rahatlıyoruz.

Peki Rahman ve Rahîm olan Rabbimize karşı işlediğimiz ku­surlarımız, günahlarımız bizim vicdanımızda bir rahatsızlık uyandırmıyor mu? Gönlümüze soralım. Bakın ne kadar pişman olduğunu fısıldıyor. Fısıldamak bir yana adeta haykırıyor. Ve Peygamberimiz de (a.s.m.) buyuruyor" Bir kimse bir günah iş­ler, sonra pişman olursa, bu pişmanlığı günahına keffaret olur. Yani, affına sebep olur" diyor.

Bunca nimete mazhar olup, bunca günahı işlemek acziyetimizi ortaya koymakla birlikte yüreğimizi dağlıyor. Üstelik nimet­ler şu anda da gelmeye devam ediyor, ama bizler ibâdetlerimizi bile kusurlarla beraber yapıyoruz. Hiç tanımadığımız, bize hiç­bir iyiliği dokunmamış bir insanın ayağına bastığımızda hemen özür dilerken, Rabbimize olan özrümüzü ne derece dile getiri­yoruz?

Şimdi de bize karşı hatalı olan dostlarımızı düşünelim. Diye­lim ki, dostunuz sizi kırdı, sizin bir eşyanızı alıp geri vermedi, sözünde durmadı, istediğiniz iyiliği yapmadı... Ve hâlâ hatasını anlayıp da bir türlü gelip sizden özür dilemiyor. Siz sadece su­çunu kabul edip, Özür dilemesini bekliyorsunuz. Bir "Özür dile­rim." sözcüğü sizi ne çok memnun edecektir. Ama hâlâ yapma­dı. Bir de daha ötesini düşünün. Suçunu görüp af istemek bir yana bir de kendisinin suçu olmadığını söylüyor, pek çok maze­retler öne sürüp kendisini savunuyor. Hattâ öylesine kafa tutu­yor ki neredeyse sizi suçlu çıkaracak.

Rabbimiz de bizden suçumuzu kabul edip, itiraf edip, özür dilememizi istiyor. Ama hâlâ çoğumuz kusurumuzu görmüyor, kendimizi güya haklı çıkaracak nedenler ileri sürüp savunuyor ve hâlâ özür dilemiyoruz. Hattâ daha çok günah işlemek suretiyle adeta kafa tutuyoruz.

Suçu kabul edip, itiraf ederek af dilemek ya da suçu kabul et­mek bir yana, kalkıp kafa tutmak olayını çok gerilerde, insanlı­ğın en başında görüyoruz. Hz. Adem ve Havva (a.s) şeytanın yalan yeminine kapılarak yasak meyveden yediler ve cennetten çıkarıldılar. Fakat suçlarını itiraf edip, af dilediler ve affedildi­ler.

Oysa şeytan, Hz. Âdem ilk yaratıldığında ona secde emrine uymamış, kendinde üstünlük görmüştü. Hatasını anlayıp af di­leyeceği yerde Rabbine kafa tutmaya başladı. Bir de kıyamete kadar mühlet isteyip, doğru yolda olanları saptırmak için izin istedi.

Sonuçta ne oldu? Hz. Âdem ve Havva (a.s) affa mazhar oldu­lar, şeytansa ebedî cehennemlik oldu.
Şu sonuca varabiliriz: suçu itiraf olayı, bizim için çok önemlidir.Çünkü suçunun farkına varmayan insan, kendini suçsuz gö­rür. Suçunu gizlemeye, herkesi suçlu, kendini suçsuz çıkarmaya çalışan insan kendini kandırır. Suçunu bilip itiraf eden ve af di­leyen insan da affedilir.

Diyelim ki sizi inciten dostunuz size gelip suçunu itiraf etti, sizden özür diledi. Ama siz bir türlü affetmeye yanaşmıyorsu­nuz. Böyle zamanlarımızla bazen karşılaşırız. Affetmemiz için bin bir dil döker, elinde hediyelerle gelir ama dönüp bakmayız bile. Çünkü suç işleyen gözümüzde daha bir küçülmüştür, biz de böylece güya büyümüş oluruz. Peygamberimizin ahlâkına bakalım. Uhud gazasında kâfirler yanağını kanatıp, dişini kır­dıkları zaman onların affını istemişti. Biz insanlarsa küçücük bir olayda öfkelenip affetmeye yanaşmıyoruz. Affetmeyi bilmiyo­ruz, ama Rabbinden en çok af isteyenler de yine bizleriz.

O halde şunu diyebiliriz ki, suçu kabul edip özür dilemek işi, aslında bir nefsi yenme işidir. Nefsini yenemeyen insan suçu ol­sa da özür dilemez. Ancak nefsini yenen insanlar büyük oldu­ğuna göre, özür dilemek aslında bir büyüklüktür. Ama, kendi­sinden özür dilendiği halde affetmeyen insan, kendini kusur­suz, karşısındakini kusurlu gördüğü için affetmez. Bir çeşit kib­re bürünür. Oysaki, "Affetmeyen affedilmez." Yerdekilere mer­hamet etmeyene, göktekiler merhamet etmez."

"O Hâlık-ı Azimdir ki, size korku ve ümit için şimşeği göste­rir ve ağır ağır bulutlar yaratır." (Ra'd Sûresi, 12)
Bir şimşeğin gümbürdeyerek çakması, bulutların adetâ ateşle­nerek elektriklenmesi bizi çok korkutur. Hepimiz bu ateşten ve gürültüden korkup, sığınacak yerler ararız, camdan bile bakamaz geri çekiliriz. Bu hadise

Rabbimizin azabından korkarak, Onun rahmetine sığınmamıza yol açar. Rabbimiz, "Rahmetim gazabımı geçmiştir" buyuruyor. Gerçekten de şimşek çakmala­rı, bu şiddetli ve korku dolu gürültü birkaç kere duyulur ve gö­rülür. Ardından günlerce rahmet olan yağmur, gökyüzü semâlarından, bulutlardan yeryüzüne iner ve biz canlılara ha­yat verir. Bu hadise gerçekten de rahmetin âzâbı geçtiğine bir delildir.

O halde Rahman ve Rahim olan Rabbimizin azabından kork­malı ve merhametine sığınmalıyız. Affetmeyi seven Rabbimizin affına mazhar olmamız için pişmanlığımızı dile getirip, tevbe etmeliyiz. Tevbe, Rabbimizin bize ihsan ettiği bir nimet, bir rah­mettir. Rahmet yağmurları, kirli yolları temizlediği gibi, bir rah­met olan tevbe de günah kirlerimizden bizi temizleyecek ve arındıracaktır.

Hiçbirimiz tozu-kiri sevmeyiz. Doğarken günahsız doğduğu­muz için fıtratımızda bir temizlik var. Kirlerden hoşnut olmadı­ğımız ve onları temizlediğimiz gibi, günah kirlerimizden de hoşnut olmayalım ve onları temizleyelim. Halıyı süpürürcesine günahlarımızı süpürelim, masadaki tozları silercesine günahla­rımız silelim, bulaşıklarımızı suyla yıkarcasma gönlümüzü yı­kayalım.

Tevbe, günahlarımızı silmek için yaptığımız bir temiz­lik faaliyetidir. Bir daha kirletmemek üzere gönlümüzü temizle­yelim. Bir daha dönmemecesine günahlarımızdan tevbeyle dö­nelim. Rahmet kapıları açılmak üzere tevbemizi bekliyor. Bu kapıdan içeri girmek için daha fazla beklemeyelim.

Tevbe etmek için güneşin batıdan doğmasını, kıyametin kop­masını beklemeyelim. Çünkü kıyamete kadar yaşamayacağımız kesin. Kendi kıyametimizin kopmasını, yani ölüm halimizi de beklemeyelim. Çünkü Firavun da son anda, öteki âleme geçiş anında tevbe edip iman etmişti, ama bir faydası olmadı.

O halde tevbe etmek için en uygun vakit şimdidir. Vakit şim­didir, "isteyin size verilir, arayın bulursunuz, kapıya vurun, si­ze açılır."