27 Nisan , 2024, 18:28:19

Haberler:

www.herseyibilen.co Durma! Merak ettiğin her konuda her soruyu sen de sor!


Show posts

This section allows you to view all posts made by this member. Note that you can only see posts made in areas you currently have access to.

Topics - MMustafa

21
Din Bilgisi / Namahrem ile tokalaşmak
10 Şubat , 2015, 22:47:37
Namahrem ile tokalaşmak hakkında İslam'ın görüşü nedir?

Soru:

Neden namahrem bir kadın ile tokalaşmak sakıncalıdır? Oysaki bu fiil şehvete sebep olmamaktadır!

Kısa cevap:

Karşı cinsten biriyle tokalaşmak birçok birey için şehvetin tahrik olmasına neden olmayabilir, ama böyle bir sınırlı irtibat ile tahrik olabilecek fertler de mevcuttur. Hatta birinci grup arasında da kendilerini samimi gösterip meşru olmayan ilişkiler için altyapı hazırlamaya çalışan şahısların olması da muhtemeldir. Bu esas uyarınca toplumsal yaşamda zorunlu bir fiil addedilmeyen namahrem ile tokalaşmaktan sakınılması gerekir. Yüce Allah, birçok şer'i hükmü genel olarak yasalaştırmış ve toplumun genel maslahatını göz önünde bulundurmuştur. Elbette hükmün yasalaştırılmasının hikmeti bazı bireyleri kapsamıyor olabilir. Örneğin, kadınlar ile tokalaşmak bazı yaşlı veya orta yaşlarda bulunan bireylerde hiçbir şehvani his uyandırmayabilir. Ama kutsal yasa koyucu, insanların birçoğunda bu hissin oluşması nedeniyle böyle bir davranışın haram olduğuna hükmetmiştir.

Ayrıntılı cevap: http://www.islamquest.net/tr/archive/question/fa6998

Selametle.
22
Din Bilgisi / Kur'an'a Göre Kalp
10 Şubat , 2015, 22:47:16
İrfan ve edebiyat dilinde geçen "kalp"ten maksat vücudun sol kesimindeki, kanı damarlara pompalayan bir parça etin olmadığını hemen hepimiz biliyoruz. Örneğin Kur'an'ın şu tabirinde:

"Kalbi olan(lar) için onda anlayış ve ibret (dersi) vardır." [1]

Veya Hafız'ın oldukça latif şu irfani beytinde:

Dilem remide şud ve gâfilem men derviş
Ki in şikârı ser geşterâ çe âmed piş

(Kalbim ürktü ve ben gafil-derviş kaldım.
Bu başıboş avın (kalbin) başına ne geldiğini bilmiyorum
).

Açıktır ki, bu tabirlerde geçen kalp, vücudun kalp denilen organıyla tamamen farklı ve esasen onunla hiç bir rabıtası olmayan yüce ve mumtaz bir hakikattır. Yahut şu ayet-i kerime'yi göz önüne alın ki kalp hastalıklarından söz ediyor, buyuruyor:

"Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırır..." [2]

Bu kalp hastalıkları elbette tıp doktorunun tedavi edebileceği bir hastalık değildir.

KALBİN TARİFİ

O halde bu kalp denilen şey nedir acaba? Evet, bu sorunun cevabını insan vücudunun hakikatinde aramalıyız, insan tek bir vücuda sahip olduğu halde yüzlerce binlerce yöne sahiptir. İnsanın "Özü" bir çok düşünceler, dilekler, korkular, ümitler, sevgiler ve ... den oluşan bir bütündür. Bunların hepsi bir noktada birleşen çeşitli nehirlere benzerler. Bu birleşim noktasının kendisi ise, engin bir deniz gibidir. Şu ana kadar bu konuya vakıf, hiç bir kimse bu denizin derinliklerine eriştiğini iddia etmemiştir. Filozoflar, arifler ve psikologlardan her biri, bu engin denize dalıp, onun gizliliklerini keşfetmeye çalışmışlardır; bir ölçüde de arifler, belki de diğerlerinden daha çok başarılı olabilmişlerdir. Kur'an'ın kalp dediği şey de işte bu engin denizden ibarettir. Bizim temiz ruh dediğimiz her şey bu denize bağlanan ırmaklar ve bağlardan ibarettir Hatta akıl bile bu denize bağlanan bir nehirdir.

Kur'an, vahiyden söz ettiği zaman aklıyla değil, Resulullah'ın kalbiyle ilgilenmiştir sadece. İşte bundan anlıyoruz ki, Rasulullah, Kur'an'ı akıl gücüyle ve akli delillerle elde etmemiştir. Bu gerçekleri idrak edebilecek bir duruma gelen, Rasulullah'ın kalbidir. Bu bizim için tasavvur edilebilecek bir şey bile değildir. Necm ve Tekvir Surelerinde bu irtibatın (Vahyin) keyfiyeti kısmen açıklanmıştır. [3]

Kur'an, vahy ve kalp meselesi söz konusu edildiğinde, daima akıl ve düşünceyi aşan bir beyanla konuşmuştur. Fakat bu asla akıl ve düşüncenin zıttına konuşmak değildir. Çünkü aklın hadd-ı zatında, bu gibi konuları kavramasının imkanı yoktur.

KALBİN ÖZELLİKLERİ

Kur'an'a göre kalp bir idrak vesilesi de sayılıyor. Aslında Kur'an'daki sözlerin büyük bir kısmına muhatap olan, insanın kalbidir. Zira, bu sözleri kalp kulağı duyabilir ancak, başka hiç bir kulağın duymasına imkan bile yoktur. O yüzden Kur'an bu idrak aracını iyice arındırmak konusunda kalp sefası, kalp aydınlığı vb. meseleler altında defalarca değinmiştir:

"Kim nefsi ve kalbini tezkiye edip temizlemişse, kurtulmuştur, muradına ermiştir." [4]

"İş öyle değildir, hayır, kazandıkları şeyler, üst üste kalplerine yığılmıştır da kalpleri pas tutmuştur." [5]

Kalp aydınlığı hakkında diyor ki:

"Ey iman edenler, Allah'tan çekinirseniz (kalbinizi aydınlatır, hayırla şerri birbirinden) ayırt etme kabiliyetini verir size..." [6]

Yahut diğer bir ayette şöyle diyor:

"Bizim yolumuzda çalışıp, cihad edenleri yollarımıza sevk ederiz..." [7]

Öte yandan, kötü işlerin, ruhu bozup, insanı iyiliklerden ve doğru yoldan saptırmasından da defalarca söz edilmiştir. Müminlerin diliyle diyor:

"Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırma..." [8]

Kötü insanlar hakkında ise şöyle okuyoruz:

"Öyle değildir, hayır, kazandıkları, üstüste kalplerine yığılmıştır da kalpleri pas tutmuştur." [9]

"...Onlar, eğrilince Allah da kalplerini gerçekten batıla meylettirdi..." [10]

Veya diğer bir kaç ayette kalplerin mühürlenmesi, kilitlenmesi ve katılaşmasından bahsediyor:

"Allah; kalplerini, kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde var..." [11]

"...Ve (yaptıklarından dolayı) kalplerini perdeledik ki artık anlıyamazlar onu..." [12]

"...İşte kafirlerin kalplerini böyle mühürler." [13]

"...Onların (ehl-i kitabın, hak ile araları) uzayıp açıldıkça kalpleri katılaştı ve onların çoğu fasık oldu." [14]

Böylece anlıyoruz ki Kur'an insan için, yüce bir ruhi ve manevi ortam yaratmak istiyor, bu ortamın sağlam ve temiz tutulmasını üsteliyor. Öte yandan fertlerin, temiz ve iffetli kalmaları için sarfettikleri gayretlerin, başarısızlıkla sonuçlanmaması için, Kur'an insanlara, her şeyden önce kendi toplumsal çevrelerini arındırıp, temiz bir ortam meydana getirmelerini tavsiye ediyor. Kur'an, açıkça belirtiyor ki, nefsinizde hakiki bir imanı elde etmek ve yüce eğilimler meydana getirmeyi istiyorsanız, bunlar ancak toplumunun hevâ ve heves, şehvet perestlik vb. her türlü rezaletten uzaklaşmasıyla olabilir.

İnsanlık tarihi gösteriyor ki müstekbir güçler toplumu sultaları altına almak ve sömürmek istedikleri zaman önce toplumu ruhen fesada uğratırlardı ve bu iş için fıskı fücuru ve cinsel sapıklıkları halk içerisinde yaymağa çalışıyorlardı.

Bu şeytani metodun ibret verici bir örneği bizzat Rönesansa zemin hazırlayan ve zamanında Avrupa'nın en ileri uygarlıklarından biri sayılan Müslüman İspanya idi. Hıristiyanlar, İspanya'yı Müslümanların elinden olmak istiyorlardı. Hedeflerine ulaşabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Onlar her şeyden önce bütün güçlerini harcayarak Müslüman gençlerin ahlâklarını bozmağa çalıştılar. Fuhuş, zina ve laubalilik vesilelerini Müslümanları kendine çekebilecek miktarda her yere yaydılar. Onlar sadece normal halkı değil, ordu ve devlet başkanlarını bile bu yolla aldatıp, onları ifsat ettiler. Böylece Müslümanlardaki azim, irade, kuvvet, şecaat, iman ve ruh temizliğini zayıflatarak onları ayyaş, hakir ve zayıf insanlara çevirdiler. Böyle insanların ne kadar çabuk ve kolayca mağlûp olacakları da apaçık ortadadır. Nitekim Hıristiyanlar, Müslümanların İspanya'daki 300-400 yıllık hakimiyetleri karşısında, onlardan öylesine feci bir intikam aldılar ki tarih, yaptıkları cinayetleri anlatmaktan utanıyor. Sözde Hz. İsa'nın talimatı gereğince suratlarının sağ tarafına yedikleri tokatın karşısında sol taraflarını da çevirmekle görevli olan bu Hıristiyanlar İspanya'da Müslüman ölülerden kan ırmağı akıtarak, tarihte gelmiş geçmiş bütün canilerin yüzünü ağarttılar. İşte böylece Müslümanlar, kendi zayıf iradeleri ve bozuklukları yüzünden büyük yenilgilere uğrayarak, Kur'an'a uymamalarının cezasını müşahede ettiler.

Zamanımızda da emperyalist ve sömürgeci güçler, girdikleri her yerde aynı şeyi yapmaktalar. Yani onlar, her şeyden önce kalpleri bozmağa çalışıyorlar ve kalpler bozuldu mu artık akıl da hiç bir işe yaramaz; üstelik kendisi bir zincir olup takılır insanın eline ayağına. bu yüzden görüyoruz ki onlar, ne okulların açılmasından korkuyorlar ne de üniversitelerin faaliyetlerinden endişe ediyorlar. Hatta kendileri bile okul tesis etmeğe kalkışıyorlar. Fakat diğer taraftan bütün imkanlarını kullanarak öğrencinin ruh ve kalbini ifsat etmeğe çalışıyorlar. Evet, onlar ne yapacaklarını çok iyi anlamışlar; zira, ruhu hasta olan birisi hiç bir şey yapamaz, her türlü rezalet ve sömürüye boyun eğer.

Bu konuda Kur'an da uyarıda bulunmuş, devamlı olarak toplum ruhunun temiz ve yüce tutulmasını istemiştir. Örneğin bir ayet-i kerime'de buyuruluyor ki:

"İyilik etmek ve kötülüklerden sakınmak hususunda bir birinizle yardımlaşın, günah işlemek ve zulüm etmek (gibi kötü işler için) yardımlaşmayın ve Allah'tan sakının. Şüphe yok ki Allah'ın cezası çok çetindir." [15]

Yani evvela iyi ve hayır işler peşinde olup, kötülükler ve günahlardan sakının, birde iyi işlerde ortaklaşa faaliyet edin, tek başınıza değil.

Burada kalp hakkında Resul-ü Ekrem (s.a.a) ve imamlardan (a.s) da bir kaç hadis nakledip bu konuya son vermek istiyorum.

Tarih kitaplarında naklediliyor ki adamın biri Rasulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek:
- Ya Rasulullah! soracak sorularım vardır size.
- Sorunu sormadan cevabını almak istemez misin?
- Buyurun ya Rasulullah!
- Sen, iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormak istemiyor muydun?
- Evet ya Rasulullah, aynısını soracaktım size.
Resulullah üç parmağını birleştirip, adamın göğsüne hafifçe vurarak:
- Bunu sen kendi kalbine sorsana. İnsan oğlundaki bu kalp, yaratılışı gereğince iyiliklerle aşinadır; onlarla huzur bulur, mütmain olur. Kötü işlerle bozulup çeşitli rahatsızlıklara maruz kalır. Bizim vicdan azabı dediğimiz şey de ruhun kötülük ve rezaletlerle uyuşmadığından meydana gelmektedir.

Mevlânâ bu hadisin, "Bu konuda gerçek fetvayı kalbinden al..." kısmını şiir kalıbına dökmüştür:

Pes Peygamber goft istefeti'l kulub
Gerçi müftiyişan berun guyed hutub

(Peygamber; fetvayı kalbine danış dedi.
Müfti, bu zor iştir, çık dışarı dese de
).

Başka bir şiirinde:

Guş kon istefit kalbek ez Rasul
Gerçi müfti berun guyed fuzul

(Peygamberin, "kalbine danış" dediğini dinle.
Gerçi müfti "çık dışarı yalancı" diyor
).

Resul-ü Ekrem (s.a.a) demek istiyor ki, bir insan gerçekten hakikat peşinde olup, bu yolda halis bir niyetle hareket ederse, kalbi hiç bir zaman onu yanıltmaz; muhakkak onu doğru yola sevkeder. Esasen hak yolunda yürüyüp, hakikati arayan birisinin vardığı nokta hakikatten başka bir şey olamaz. Ancak bu zarif noktadır; ve bunu gereğince kavramamak çoğu vakit yanlışlık doğurmaktadır. İnsanın sapmasına neden ise, onun ilk baştan şartlanarak müşahhas hedefler peşinde olup hakikati aramamasından ileri gelmektedir.

Başka bir yerde Resulullah (s.a.a)'e iman hakkında sorulduğunda:

"Bir insan kötü bir iş yaptığında üzülüp, pişman olur ve iyi bir iş yaptığında sevinirse, bu onun imanına delalet eder." diye buyurdu.

İmam Cafer-es Sadık (a.s) kendisinden nakledilen bir rivayette şöyle buyurmaktadır:

"Mümin birisi dünyaya bağlanmak derdinden kurtuldu mu, işte o zaman Allah sevgisinin tadını anlar ve artık yeryüzü kendisine dar geliyormuş gibi bütün varlığıyla bu maddi dünyanın ötesine çıkıp gitmek ister."

Bu evliyaullah'ın ve ilahi kişilerin kendi hayatlarıyla ispatladıkları bir gerçektir, tarihte bunların bir çok örneğine rastlamak mümkündür. Örneğin naklediliyor ki Rasulullah (s.a.a) günün birinde, sabah namazından sonra, Ashab-ı Suffe'yi ziyarete gitmişti. Onlar Mescid-ün Nebi'nin yanında kalan fakir ve dünya malından yoksun Müslümanlardırlar. Bunların arasında Haris İbn-i Zeyd isminde, için için erimiş, gözleri çukurlaşmış birisine çarpmıştı Rasulullah'ın gözleri.
- Ne haldesin?
- Yakine eriştiğim halde sabahladım!
- Büyük bir iddiada bulunuyorsun, yakininin alameti ne?
- Geceleri yatamıyorum, gündüzleri oruç halindeyim daima ve geceyi sabaha kadar hep ibadetle geçiniyorum.
- Bunlar kafi değildir, devam et?
- Ya Rasulullah! öyle bir durumdayım ki, cennet ve cehennem ehlinin seslerini duyuyorum sanki. İzin verirseniz ashabınızın birer birer içlerini söyleyeyim size!
- Sus sus! yeter artık, fakat arzun nedir onu söyle?
- Allah yolunda cihad etmek ...

Kur'an bize öğretiyor ki, kalbi temizleyip onu cilalamak insanı öyle bir makama eriştirir ki, Hz. Ali (a.s)'ın buyurduğu gibi, eğer perdeler onun gözü önünden kaldırılırsa da yakininde olduğundan fazla hiç bir şey artmaz. Evet, Kur'an öyle insanlar yetiştirmek istiyor ki hem ilim ve akıl silahından yararlansın hem de kalp silahından ve bunların her ikisini de en iyi bir şekilde hak yolunda kullanabilsin.

---------------------------
[1]- Kaf/37.
[2]- Bakara/10.
[3]- "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyle" "Batmakta olan yıldıza andolsun ki, Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır. O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir. Ona çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir; (ki o,) görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu. O, en yüksek bir ufuktaydı. Sonra yaklaşmış ve inmiştir. Araları iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti. (Muhammed'in) gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı." (Necm/1-11)
Bu ayetlerle Kur'an, demek istiyor ki bu gibi konular (Vahy) aklı aşan şeylerdir. Veya Tekvir suresinin bir kısmında şöyle okuyoruz.
"Bu Kur'an, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. Arkadaşınız (Muhammed) asla deli değildir. Andolsun ki, o, Cebrâil'i apaçık ufukta görmüştür. Peygamber görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz..." (Tekvir/19-24)
İkbal-i Lahuri'nin de bu konuda güzel bir sözü var o diyor ki: "Peygamber, kendisi hakikatlerle dolup taştıktan sonra, aldıklarını beyan eden bir kimsedir."
[4]- Şems/9.
[5]- Mutaffifin/14.
[6]- Enval/29.
[7]- Ankebut/69.
[8]- Al-i İmrân/8.
[9]- Mutaffifin/14.
[10]- Saf/5.
[11]- Bakara/7.
[12]- En'am/25.
[13]- Araf/101.
[14]- Hadid/16.
[15]- Maide/2.

Alıntıdır. Kaynak kitap: Kur'an'ı Tanıma Metodu ve Fatiha Suresinin Tefsiri - Murtaza Mutahhari
23
Din Bilgisi / İsmail'ini Kurban Et
10 Şubat , 2015, 22:46:41
http://www.youtube.com/watch?v=WKBN3aIiwnk

Senin İsmail'in Kim veya Nedir? - Dr. Ali Şeriati

"Senin İsmail'in kimdir? Veya nedir?

Makamın mı? Onurun mu? Mevkin mi? Statün mü? Mesleğin mi?

Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi?

Maşukun mu? Ailen mi?

İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi?

Ruhaniyetin mi? Alimliğin mi? Elbisen mi?

Adın mı? Namın mı? Şöhretin mi?

Canın mı? Ruhun mu? Gençliğin mi? Güzelliğin mi?

Ben nereden bileyim? Bunu sen kendin bilirsin.

Her ne ve kim ise onu sen kendin minaya getirmeli ve Kurban için seçmelisin. Ben sadece onun alametlerini sana söyleyebilirim.

Seni iman yolunda zayıflatan, "gitmek"te olan seni "kalma"ya çağıran, Seni "sorumluluk" yolunda şüpheye düşüren, seni kendine bağlayan ve alıkoyan, gönül bağlılığı,mesaj işitmene, hakikati itiraf etmene izin vermeyen, seni firara çağıran, seni maslahatçı izah ve yorumlara sürükleyen ve aşkı, seni kör eden her  şey...

İbrahimsin! Ve İsmaili zaafın seni İblis'in oyuncağı haline getirebilir. Hayatında şeref, saygınlık, iftihar ve faziletin doruklarında bir tek şey vardır ki onu elde etmek için zirveden inebilir onu kaybetmemek için bütün İbrahimi kazanımlarını yitirebilirsin:

O İsmailindir. İsmailinin bir şahıs veya başka bir şey olması mümkündür; bir durum bir konum, bir zaaf noktası olması imkan dahilindedir.

Ey "Hakk'a teslim olan", "Allah'ın kulu"!

Hakikatin senden istediği şey, işte budur.

Budur "imanın daveti", "risaletin mesajı".

Bu senin sorumluluğundur, ey "sorumlu insan"!

Ey "İsmail'in babası"!

"İsmail'ini öldür"!

"Kendi ellerinle kurban et"!

Dr. Ali Şeriati'nin Hacc adlı kitabından
24
Din Bilgisi / Ramazan; Manevi Doyum Ayıdır
10 Şubat , 2015, 22:46:02
RAMAZAN AYI DOYUMA ULAŞMA AYIDIR, DOYMA AYI DEĞİL...

Resulullah (s.a.a), Cabir b. Abdullah'a şöyle buyurmuştur: "Ey Cabir! Bu Ramazan ayının gündüzünde oruç tutar, gecesinin bir bölümünü ibadetle geçirir, karnını ve namusunu temiz tutar, dilini korursa şüphesiz ki bu aydan çıkınca günahlarından da çıkmış olur." Cabir şöyle arzetti: "Ey Allah'ın Resulü! Bu hadis ne kadar da güzeldir!" Allah Resulü şöyle buyurdu: "Ey Cabir! Bu şartlara riayet etmek ne kadar da zordur!"

"Geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi bizlerde farz kılınan oruç"(Bakara 183), manen doyuma ulaşma ve temizlenme ayı olan ramazanın armağanıdır. Bütün bir yıl türlü pisliklerle muhatap olan ruhun, iman deryasında yüzüp temizlenmesi ve yaratılışındaki paklığa dönüş yapması için Allah (c.c.) tarafından bizlere sunulan nimettir ramazan. Çünkü "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır."(Bakara 185). Bu ay hakla batılın birbirinden ayrıldığı, hakkın bütün delilleri ile meydana çıkıp batılın hakimiyetine son verdiği aydır. Bu ay içinde bin aydan değerli olan kadir gecesini barındıran ve hakka susamışları hakikat ile doyuran aydır. Bu ay neden yaratıldığını dünyaya daldığı için unutanların uyandırıldığı, kendi nefsini semirtenlerin uyarıldığı aydır.

Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi oruç tutup ibadetlerini yapanların ve karnını ve namusunu temiz tutup, dilini koruyanların aklandığı aydır ramazan. Ama bu ne kadar da zordur bir bilinse. Süfyanilerin hüküm sürdüğü topraklarda, küfr ile yoğrulmuş hayatları yaşayanların, kendilerini temiz tutması ne kadar zordur. Her alanda her işte bir harama ister istemez bulaştırılanların, gözleri, kulakları fuhşa alıştırılanların namuslarını koruma bilincine ulaşmaları hakikaten de ne kadar zordur. Gıybetin bile programını yapan süfyanilerin, birbirine düşürdüğü kardeşlerin dillerini korumaları, kardeşlerinin etini yememeleri ne kadar da zordur. Bundan dolayı "ne yazık ki oruç tutanlar çok azdır ve açlık çekenler ise çoktur." (Resulullah sa.a.)

Oysa "Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: "Her kim endamını ve organlarını haramlarımdan oruçlu tutmazsa benim için yemekten ve içmekten sakınmasına ne ihtiyacım var."(Resulullah s.a.a.) buyurmuşken, tüm bu günah bataklığına aldırış etmeden aç kalmanın ne faydası vardır. Aç kalan midenin ve suya hasret dudağın ne suçu vardır? Bütün uzuvları ile günahlara batmış olanların, elleri, ayakları, zihinleri, gözleri, kulakları bunca günaha ayak uydurmuşken, midenin ve dudağın bundan nasiplenmemesinin mantığı nedir? Neden suskunluğu ile süfyanilere yaşama hakkı tanıyıp, cümle günahların yaygınlaşmasına sebep olanlar, ramazan ayında kendilerine işkence ederler? Var olan yaşantıları dikkate alındığında buna ne gerek vardır ve bu yaptıkları ile yaşantıları uyuşmakta mıdır?

Bu tahrif edilmiş dinin müminlerinin bulunduğu toplumlarda, her iyinin içini boşaltıp kötünün emrine sundukları gibi, süfyaniler ramazanın da içini boşaltıp asli mecrasından çevirmeyi başarıp ve hükmettikleri halka, manevi doyum ayı olan ramazanı, açlıkla mücadele, iftar sofraları, masallar ve kilo verme ayı olarak sunmaktadırlar. Bütün bir sene boyunca akla hayale gelmeyecek türlü pisliklerin mekanı olan tv kanalları, bu ayda nifağa hizmet için renk değiştirmekte, bir anda Allah (c.c.), kitap aşkı had safaya çıkmakta, kendi yaptıkları putu ilah diye halka tanıtmaktadırlar. Bunu yaparken yine olmadık rakamlarla kiraladıkları bel'amları kullanıp, hikayeleştirdikleri dini, masal tadında ve bir zamanlar çocuklara yönelik olarak yayınlanan "uykudan önce" programı formatında halka ulaştırmakta, bütün bir yılını günahla geçirmiş olduğu için vicdanıyla mücadele edenlerin, kendilerini rahat hissetmelerini sağlamaktadırlar.

Bu da yetmezmiş gibi, her ramazanda diyet veya iftar programları tertipleyen bu süfyani kanallar, ramazanı iftar sofralarıyla eşleştirip, kimliğini yitirmesi için uğraşmaktadırlar. İftarda hangi yemeklerin yapılabileceğini, sahurda nasıl beslenilmesi gerektiğini, susuzluğa karşı nelerin yapılabileceğini, ramazanda kilo vermenin yollarını bir ay boyunca açıklayan ve halkı bilgilendiren(!) bu kanallar, aç kalmış ruhların ve çöle düşmüş fıtratın derdine derman olacak tek bir sözün söylenmesine veya yayılmasına müsade etmemektedirler. Bütün gün aç kalmanın adeta intikamını iftarda almayı öğütleyen ve toplumun sanki her kesimi o muaviye sofralarına sahip olabilecekmiş gibi davranan, halkın bütün bir yıl mecburiyetten aç kalan kısmını yok sayan süfyanilerin din tellalları, iftarda osmanlı adetlerinden ve yemeklerinden dem vurmayı ramazanın gereklerindenmiş gibi takdim etmeyi de unutmazlar. Bunlar ramazanın örf, adet ve gelenek sınırını aşmayan bir ay olması için olanca güçleri ile çaba sarfederler ve bir kıyl-u kal seviyesinde ramazanı dile getirirler. Bunlara kanıp ta ramazanı bu şekilde geçirenlerin, ne yazık ki ramazandan zerrece nasibi yoktur. Zira "Nice oruç tutan kimsenin oruçtan nasibi açlık ve susuzluktur. Nice gece ibadete kalkan kimsenin kalkmaktan nasibi sadece uykusuzluktur."(Resulullah s.a.a.).

Hal böyleyken ayette bizden öncekilere farz olunduğu gibi bize de farz olunduğundan bahsedilen ramazanı anlamak için bizden öncekilerin ramazanını ve oruçla olan ilişkilerini idrak etmek gerekir. Sadece açlıkla bağdaştırılamayacak kadar derin bir terbiye, eğitim ve iman meselesi olan orucun ve ramazanın değeri ancak bu şekilde ortaya çıkabilecektir. Öncelikle şunu bilmeliyiz ki "Allah orucu ihlası güçlendirmek için farz kılmıştır."(Hz. Fatıma s.a.) Çünkü samimiyet testidir oruç. Bütün nimetleri ile karşısına çıkan ve süsleri ile nefsi aldatmaya uğraşan dünyaya karşı kuşanılan "kalkandır oruç"(Resulullah s.a.a). Hal ile Allah'a (c.c.) bağlılığı ispatın en zor şekillerinden biridir. Rızkı verene verdiği rızkın kadrini bildiğini göstermek için teslimiyet arz etmenin yoludur.

Oruç cihad ve kıyamdır. Her türlü harama meyli olan nefse karşı kıyamın adıdır. En büyük cihadın en önemli merhalesidir. Kendi nefsine karşı mücadele verip dünyalıklardan sıyrılabilenlerin, kendilerini dünyalıklar ile tehdit edebileceklerin zincirlerinden kurtulmalarının vesilesidir oruç. "La" diyebilmenin ilk adımıdır bu anlamda. Nefsine isyan edenin, Allah'a (c.c.) isyan edenler karşısında dik durmasını sağlayan güçtür oruç. Ve ramazan bu eğitim verildiği yegane aydır. Öyle ki "eğer kul ramazan ayının değerini bilseydi tüm yılın ramazan olmasını arzu ederdi." Çünkü "Bu ayın başlangıcı rahmet, ortası bağışlanma ve sonu ateşten kurtuluştur." (Resulullah s.a.a.) Ramazan isar ayıdır, başkasının derdiyle dertlenme ve başkasını kendine tercih etme terbiyesinden geçme ayıdır ramazan. Bütün bir yıl tok yatanların, yine bütün bir yıl aç yatanların halinin farkına varabilmeleri için ilahi bir fırsattır ramazan. İman edenler için eşitlik ayıdır. Zenginin malında hakkı bulunan fakirin halinden, zenginin açlık ve susuzlukla haberdar edilmesi ve uyarılmasıdır bu ayın en önemli özelliklerinden biri. Ramazan bütün uzuvları ile insanın imanını tazeleme ayıdır aynı zamanda.

O halde ramazanda güçlenen iman ile süfyanilerden hesap sorma bilincine ulaşmak lazımdır. Halkları açlığa mahkum edenlerin ellerinden halkın boğazını kurtarmak gerekir. Dünyayı türlü yalanlarla sunanların ve insanları dünyaya kul köle edip kendi heva ve hevesleri ile yönetmeye çalışanların saltanatlarını yıkmak için ramazana sarılmak gerekir. Dünyaya bağlanmama bilincini oluşturup, dünya ile tehdit edenlere kıyam için ramazana tutunmak ve onu tutmak gerekir. Aç bırakılmış ruhlarımızı ve imanımızı doyurmak için doyasıya aç ve susuz kalmak gerekir. Ki terbiye edilen nefsimiz, terbiyesizleştiren süfyanilerden azad olsun. Ve kurtulmak gerekir zihnimize ve yüreğimize vurulan zincirlerden bu ayda, taşlayarak zincirlenmiş şeytanları.

Evet...Ramazan doyma ayı değildir. Aç ve susuz kalma ayı da değildir. Ramazan manen doyuma ulaşma ayıdır. Maddeye tapanlara inat manaya kulak verme ayıdır. Maddenin sultanlarına mana ile isyan ayıdır. Maddenin maskesini düşürme ve manayı kuşanma ayıdır. Rabbimiz (c.c.) bu bilinçle ramazanı idrak etmeyi ve "biz ramazan ayının çocuklarıyız" diyebilecek cesaret, fedakarlık ve basireti elde edebilmeyi nasip etsin inşaallah.

Alıntıdır. Kaynak: Siyaset Mektebi
25
Film / Hiç İran Sineması izlediniz mi?
03 Şubat , 2015, 23:05:42
Selam.

Hiç İran sineması izlediniz mi? İzlediyseniz beğendiklerinizi söyler misiniz?

Benim favori filmlerim sırayla:

Baran [2001]

Cennetin Çocukları [1997]

Söğüt Ağacı [2005]

Serçelerin Şarkısı [2008]

Cennetin Rengi [1999]

ve yönetmen Majid Majidi (Mecit Mecidi)'nin diğer tüm filmleri. Ayrıca şunları da çok beğendim:

Davul Dengi Dengine [2010]

Altın ve Bakır [2011]

Bir Ayrılık [2011]

Elma ve Selma [2011]

Rüzgar Bizi Sürükleyecek [1999]

Mim Misli Mader (A Anne Demek) [2006]

Son Bekâr [2010]

Sükût [1998]

ve daha nicesi..

İslami İran'dan dizi de çok izledim. Favori dizilerim:

Hz Meryem, Ashab-ı Kehf, Hz Yusuf, İbn-i Sina, Elçi, Filistinli Zehra'nın Gözleri, ve en son izlediğim 'Cennet'e 5 KM' dizisi.

Bilmiyorum neden ama bağımlı oldum. Yapmacık ve ahlaksız Hollywood filmlerinden ve Hollywood-zede sinemamızdan daha çok kültürel ve ahlaki geliyor bana İran Sineması. Arada bir Kore Filmi de izlemiyor değilim. Bu ikisine yöneldim tamamen.

Her ne ise. Peki siz? Hiç İran sineması islediniz mi? İzlediyseniz, hangileri ve ne düşünüyorsunuz? Teşekkürler.

26
Bismihi Teâla. Selamun aleyküm.

İzninizle sitenizin dini bilgiler kısmındaki makalelere biraz göz gezdirdim ancak, uydurma hadisleri bahane ederek ve ''Sadece Kur'an-ı Kerim yetmez mi?'' diyerek, yaşayan-canlı-mücessem birer Kur'an olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve pak Ehl-i Beyt'ini (a.s) ve seçkin ashabını (r.a.) adeta inkar eden yazılar gördüm ve üzüldüm. Ancak hepsine cevap yazacak kadar vaktim yoktur.

Bu yüzden, bunun yerine yönlendirme yapmak istiyorum. Umarım reklam sayılmaz çünkü yönlendireceğim kaynaklar şahsımın değildir. Her ne ise.

Bizlerin gerek dünya meşgalesi, gerekse anlayışsız aşırıcıların yanlış tanıtımlardan dolayı, dinimizin yitirdiğimiz ve uzak kaldığımız İrfani ve tasavvufi/sufi yönü üzerine birkaç güzel site tavsiye etmek istiyorum:

İslam Ahlakı - Tebyan

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt ışığında Ahlak dersleri - Tevhid Önderleri

Ramazan ayı dersleri - İslami Davet

Dua ve Münacaat - Âl-i Muhammed

Daha fazlası için islamilink.com sitesine bakabilirsiniz.

Umarım bu tür kaynakları çalışıp uygulayarak, seyr-i sülûk ve Allah'a olan irfani hicretimiz yavaş ama sürekli olur. Teşekkürler. Selametle.
27
Kitap / İslam'da Kadın ve Çocuk
03 Şubat , 2015, 22:34:53
Selam.

Ben kadın ve aile üzerine özellikle Kevser Yayıncılıktan bir çok dini kitap okudum.

Ancak şunu söylemeliyim ki, iki tanesi kadar hiçbiri beni etkileyemedi.

1- Kadının biyolojik bir varlıktan öte olduğunu ve kadının, Allah'ın Celal (azamet) ve Cemal (güzellik) isimlerinin birer yansıması olduğunu çok güzel şekilde beyan eden bir kitap: Celal ve Cemal Aynasında Kadın - Abdullah Cevadi Amuli

2- Adının da bu güzel kitabı tamamen resmettiği; Kur'an ve Ehl-i Beyt örneklemeleri ile, İslam'da Çocuk Terbiyesi - İbrahim Emini.

Her anne-babaya ve ebeveyn olma adaylarına tavsiye ederim. :)