Show posts

This section allows you to view all posts made by this member. Note that you can only see posts made in areas you currently have access to.

Topics - Lă_Tăhzen!

61
Çin'de 7 kiloluk bir bebek dünyaya geldi. Çin'in Henan eyaletinde, sezaryenle dünyaya gelen bebeğin ve annenin durumunun iyi olduğu belirtildi.
   

Henan eyaletinde yaşayan 29 yaşındaki kadının, Çun Çun adı verilen 7,04 kilo ağırlığındaki oğlunu hafta sonu sezaryenle dünyaya getirdiği bildirildi.

Anne ile bebeğin sağlık durumunun iyi olduğu belirtilirken, Çun Çun'un, muhtemelen Çin'de doğan en ağır bebek olduğu ifade edildi. Bebeğin, anne ve babasının boy ve kilolarının ortalama ölçülerde olduğu, hamilelik sürecinin de normal geçtiği kaydedildi.

Guinnes Rekorlar Kitabı'na göre dünyanın en ağır bebeği 10.77 kilo ile 1879 yılında ABD'nin Ohio eyaletinde dünyaya geldi, ancak 11 saat hayatta kalabildi.
62
Din Bilgisi / Efendimizden Günlük Dualar
07 Şubat , 2012, 18:30:12















63
Din Bilgisi / EFENDİMİZİN DUALARI
07 Şubat , 2012, 18:27:37
"Ey Rabbim!

Acizlikten, tembellikten,

korkaklıktan,cimrilikten,

eli kolu dökülür derecede takatsizlikten,

kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım.

Fakirlikten,

küfürden, fısktan,

şekavetten, nifaktan,

yaptığını insanların duyması ve

medh etmeleri için yapmaktan,

riyâdan, sana sığınırım.

Sağırlıktan, dilsizlikten,

delilikten, cüzzamdan,

abraslıktan ve kötü

hastalıklardan

sana

sığınırım."

(Buhârî)

........

"Ey Rabbim!

Beni,

iyilik ettiği zaman sevinen,

kötülük ettiği zaman istiğfar edenlerden kıl."

(Camiu's-Sağir)

.....

"Allah'ım!

Faydası olmayan namazdan sana sığınırım."

(Ebû Dâvud)

........

"Allah'ım!

Doğruyu bana ilham et!

Beni nefsimin kötülüklerinden kurtar!"

(Tirmizî)

.....

"Allah'ım!,

senden faydalı bir ilim, kabul edilmiş bir amel,

güzel bir rızk dilerim."

(Rezîn)

........

"Ey kalpleri evirip çeviren!

Kalbimi dinin üzerinde sabit eyle!"

(Tirmizî)

.......

"Allah'ım!

Acizlik,

tembellik,

korkaklık,

yaşlılık,

cimrilik,

ihtiyarlık

ve

kabir azabından sana sığınırım.


Allah'ım!

Nefsime takvasını ver ve onu temiz eyle!

Onu yalnız sen temiz edersin.

Onun koruyucusu

ve

efendisi sensin.


Allah'ım!

Fayda vermeyen ilimden,

korkmayan kalpten,

doymayan nefisten

ve

kabul olunmayan duadan

sana sığınırım."

(Müslim)

.......

"Yâ Rab!

Kalbimi nurlandır,

gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır,

sağımı nurlandır, solumu nurlandır,

üstümü nurlandır, altımı nurlandır,

önümü nurlandır, arkamı nurlandır

ve

beni nûr eyle."

(Buhârî, Müslim)
65
Beslenme ve Diyet Uzmanı Duygu Deniz, ailelerin bağışıklık sistemini güçlendiren yiyecekleri tüketmesi gerektiğini söyledi:

   

Beslenme yetersizliği olan çocuklarda gribal enfeksiyon ağır ve şiddetli seyrediyor. Tekden Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Duygu Deniz, ailelerin bağışıklık sistemini güçlendiren yiyecekleri tüketmeye önem vermesi gerektiğini ifade ediyor.

Deniz, özellikle boğaz ağrısı şikâyeti bulunan 1 yaşın üstündeki çocuklara bal yedirilerek enfeksiyon riskinin azaltılabileceğine işaret ediyor. Omega3'çe zengin ceviz, balık ve brokolinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini söyleyen Deniz, bu yiyeceklerin mutlaka tüketilmesini öneriyor. Uzm. Duygu Deniz, A, C ve E vitaminlerinden zengin taze sebze ve meyveleri tüketmenin de hastalıklardan koruduğunu belirtiyor.
66
Moda / 2012 YILININ EN GÜZEL ÇANTA MODELLERİ
06 Şubat , 2012, 14:19:50

















67
Bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle ilk yılda her şey kuralına göre olmalı! Neden mi, işte yanıtı:

   

Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor.

Bebeklerin ilk 4-6  aylarına kadar sadece anne sütüyle beslenmeleri, ardından da mutlaka ek besinlere başlamaları öneriliyor. Ancak ek besinlere 4. aydan önce kesinlikle başlanmaması gerekiyor. Bunun nedeni ise bebeklerin mide-bağırsak sistemi ve böbrek fonksiyonları yeteri kadar olgunlaşmadığı için bu dönemde ek besinleri almaya hazır olmamaları. İnek sütü ve buğday unu gibi ek besinlere erken başlamanın en büyük riski ise bebekte besin alerjisine yol açabilmesi! Bunun aksine ek besinlere geç başlandığında ise yetersiz enerji ve protein alımına bağlı enfeksiyon riskinin artması, demir eksikliğine bağlı anemi, katı besinleri ve çiğnemeyi öğrenememe ile yetersiz vitamin – mineral alımına bağlı büyüme- gelişme geriliği gibi pek çok ciddi tablo ortaya çıkabiliyor.

International Hospital'den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olunması gerektiğini belirterek, "Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor" uyarısında bulunuyor!

Tuzlu Besinler Damarlara Zarar Veriyor!
Bebeklerin beslenmelerinde yapılan en sık hatalardan biri, tuzlu besinler yedirmek oluyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye'de bebeklerin yüzde 60'ının 1 yaşından önce evde yetişkinler için yapılan  salçalı, tuzlu ve baharatlı yemekleri yediğini gösteriyor. Oysa bebeklere 1 yaşına gelinceye dek tuzlu hiçbir besini tattırmamak gerekiyor. Çünkü bebeklik dönemi aşırı sodyum, dolayısıyla tuz tüketimine bağlı ileri yaşlarda oluşacak tansiyon hastalığı yönünden hassas  ve belirleyici bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir çalışmada, doğumdan itibaren 15 yaşına kadar kan basınçları izlenen bebeklerin, ilk 1 yaşta diyetlerinde yüksek oranda tuz bulunanların, düşük tuz içerenlere göre kan basınçları daha yüksek bulundu. Çünkü bebeklik döneminde aşırı tuz, yani sodyum tüketimi kan basıncını yükselterek aort ve koroner damarlarda  erken dönemde damarsal değişikliklere ve dolayısıyla kalp –damar ile böbrek hastalıklarına zemin  hazırlıyor. Bunun sonucunda da bebeğin yetişkinlik dönemine geldiğinde daha erken yaşta, hatta çocukluk çağında bile tansiyon hastası olmasına yol açabiliyor!

Yarım Çay Kaşığından Az Almalı!
1 yaşından küçük bebeklerin günde  1000mg, yani yarım çay kaşığından da az tuz almaları  gerekiyor. Bu konuda Amerikan Pediatri Akademisi, Amerikan Kalp vakfı gibi önemli sağlık  otoritelerinin önerdikleri günlük tuz alımı 1-3 yaş arası çocuklarda 1500mg dan az ve 4-8 yaş aralığında da 1900mg altında olması yönünde.

1 Yaşından Önce Yasak Olan Besinler!

International Hospital'den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, 1 yaş öncesinde bebeklere verilmesi yasak olan besinleri şöyle sıralıyor:

• Bal: Kabızlık, emme ve yutma güçlüğü, solunum durması, kas zayıflığı gibi belirtilerle ortaya çıkan ve ölüme neden olabilen Botulizm hastalığına yol açabiliyor. Bu hastalığa  Clostridium  Botulinum adında, toprak, toz ve balda  üreyebilen  bir bakteri neden oluyor. Balı yiyen  bebeğin bağırsaklarında toksin üreterek zehirlenme tablosuna yol açıyor. 1 yaşından sonra az miktarlarda verebilirsiniz. Bal içeren  hazır mamaların üretiminde  kullanılan bal ise  bu tehlikeyi ortadan kaldıracak şekilde  yüksek derecelerde ısıtıldığı için bu riski taşımıyor.


• Yumurta Akı: Alerjiye neden olabiliyor.


• İnek Sütü: Alerji, kabızlık ve demir eksikliğine yol açabiliyor


• Kakao, Çikolata ve Çilek: Alerjik reaksiyon oluşturabiliyor, 


• Şarküteri Ürünleri:  Aşırı tuz ve nitrat içerdikleri için kalp damar ve böbrek hastalıklarına zemin hazırlayabiliyor.


• Kuruyemiş Gibi sert Besinler: Nefes borusuna kaçma riski var.

Besinleri Mutlaka Hafif Pütürlü Yedirin
Beslenme alışkanlığında yapılan bir başka hata da, bebek 1 yaşına gelmesine rağmen besinleri blenderden geçirerek muhallebi kıvamında yedirmek oluyor. Bunun sonucunda da bebek ileride pütürlü yemekleri kabul etmiyor; yemek seçen, problemli bir çocuk haline geliyor. Örneğin çiğneme fonksiyonunu gerektirdiği için et yemeyi reddediyor. Bunun sonucunda da beslenme yetersizliğine bağlı kansızlık veya büyüme-gelişme gerilikleri ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle özellikle 8. aya kadar besinleri püre kıvamında, ancak hafif pütürlü yedirin, böylelikle bebeğiniz çiğnemeye alışır. Bu aydan itibaren besinleri daha iri pütürlü de yedirebilirsiniz. Kendi kendine beslenmesini öğrenebilmesi için de 9. aydan itibaren bebeğinizin eline ekmek veya bisküvi parçası verin. Özellikle 1 yaşından sonra da sizinle sofraya oturup, aynı besinleri yemesini sağlayın.

Bu Uyarılara Dikkat!
International Hospital'den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, 1 yaş öncesinde bebeklere verilmesi yasak olan besinleri şöyle sıralıyor:

• Miktarını Yavaş Artırın: Bir besini ilk kez yedirecekseniz az miktarda verin ve miktarını yavaş yavaş artırın. Örneğin armut püresi yedirecekseniz ilk önce 2 çay kaşığı ile başlayın, eğer ciltte döküntü ya da kızarıklık gibi sorunlar gelişmezse veya sindirim sisteminde problem ortaya çıkmazsa bu miktarı 4-5 kaşığa kadar çıkarabilirsiniz.

• Tek Bir Besin Yedirin: Aynı anda birkaç ek besin verirseniz, alerjik bir reaksiyon oluştuğunda buna hangi besinin yol açtığını belirlemeniz güçleşir. Bu nedenle 1 hafta boyunca sadece tek bir besin yedirin, 2. hafta başka bir besine başlayın. Böylelikle bebeğinizin yedirdiğiniz besine alerjisi olup olmadığını daha kolay anlayabilirsiniz.

• Besini Reddediyorsa Israr Etmeyin: Bebeğiniz verdiğiniz ek besini reddediyorsa, ısrar etmeyin. Çünkü bu besini tümüyle reddetmesine yol açabilirsiniz. Başka bir ek besine geçin ve 1-2 gün sonra tekrar yedirmeyi deneyin.

• Sebze ve Meyveler Taze Olsun: Besin içerikleri zengin olmadığı için 1 yaşından önce dondurulmuş sebze ve meyve ile konserve besinler yedirmeyin. Aksi halde vitamin ve mineral eksikliğine bağlı kansızlık ile büyüme geriliği oluşabilir. Bebeğinizin yeterli vitamin ve mineral alabilmesi için taze sebze ve meyve yedirmeye özen gösterin.

• Yoğurdu Kendiniz Mayalayın: Dışarıda satılan yoğurtlar raf ömrünün uzaması için katkı maddesi içerebiliyor. Evde yapılmış yoğurtlar ise hem daha sağlıklı, hem de bebeklerin gelişiminde önemli bir rol oynayan probiyotikler de içeriyor. Bu nedenle bebeğiniz en azından 1 yaşına gelinceye dek yoğurdunuzu evde kendiniz mayalayın.
68



Hindistanda bir kadın özel bir hastanede girdiği başarılı bir ameliyat sonrası aynı anda 11 bebek doğurarak dünya rekorunu kırdı. Tüm dünyayı şaşkına uğratan doğum sonrası gözler ailenin üzerine çevrildi.Sağlık durumları iyi olan bebeklerin yanısıra annenin de sağlığında hiç bir problemin bulunmaması sevindirdi.

Küvetlerinden çıkartılan ve daha ismi bile konulmayan 11 şanslı kardeş basına tanıtıldı.



:-ooo :-ooo :-ooo :-ooo :-ooo
69
"Hadi bakalım, gel artık dünyamıza!" dediler gününü doldurmuş yavruya. Kırk haftalık misafirlik sona ermişti annesinin karnında. Sabırla bekleyen ailesi nihayet yavrularına kavuşacaktı. Ancak o masum bebek, rahatsız olmuştu bu durumdan. Daha doğrusu rahatının bozulacak olması onun keyfini kaçırmıştı. Sonra bizim bilmediğimiz dilde, bizim bilmediğimiz kişilerle şöyle bir konuşma geçti aralarında:

- Neden beni buradan çıkarmak istiyorsunuz ki?
- Artık buradaki zamanın doldu.
- Ama burası çok rahat!
- Buna karşılık gideceğin yer çok güzel. Hem orada onlarca kişi senin gelmeni bekliyor ve seni çok seviyorlar.
- Gerçekten beni seviyorlar mı?
- Elbette, hem de tahmin edemeyeceğin kadar...
- Nasıl olur, beni görmediler bile?
- Görmelerine gerek yok ki, sen onlardan bir parçasın, daha da önemlisi sen onlara Allah'ın bir hediyesisin.
- Şimdi biraz rahatladım. Peki, nasıl gideceğim oraya?
- Bu odayı terk edeceksin. Zaten sana dar gelmeye başlamadı mı artık?
- Evet, gerçekten dar gelmeye başladı burası. Artık sağa sola dönerken sanki bir şey benim dönmeme engel oluyormuş gibi geliyor. Sıkıştığımı hissediyorum.
- Gördün mü? Bütün bunlar senin artık buradan gitmen gerektiğine işaret ediyor.
- Peki, bu göbek bağım da benimle gelecek mi?
- Hayır, gelmeyecek. Çünkü artık gittiğin yerde ona ihtiyacın olmayacak.
- Nasıl olur? Ben bütün gıdamı onunla alıyorum. Hücrelerime kadar giden oksijen de oradan vücuduma gönderiliyor. Hatta kanımdaki atıkları bile yine bu kordonla gönderiyorum.
- Göğsünde bulunan akciğerlerinin ne işe yaradığını biliyor musun?
- Hayır...- Dünyaya gittiğinde işte o akciğerler vasıtasıyla nefes alacaksın.
- Peki ya gıdamı nereden, nasıl karşılayacağım? Atıklarımı nasıl vücudumdan uzaklaştıracağım?
- Gıdanı ağzınla alacaksın. Önceleri sana öyle mucizevî bir gıda verilecek ki tarifi imkânsız. Ona anne sütü diyoruz. Ondan başka bir şey yemene içmene gerek kalmadan neredeyse burada kaldığın süre kadar seni besleyecek. Aynı zamanda seni mikroplara karşı koruyacak.
- Mikrop?
- Evet, mikrop. Hastalıklara sebep olan küçük canlılar.
- Hastalık?
- Nasıl anlatsak ki şimdi? Zaman zaman senin vücudunun çalışmasını aksatacak, yerine göre acı veren durumlar.
- Siz beni nasıl bir yere gönderiyorsunuz böyle? Acılar, hastalıklar, mikroplar... Ben vazgeçtim. Gitmek istemiyorum.
- Seçme hakkın yok. Mecburen gideceksin. Yalnız o kadar korkmana da gerek yok. Her zaman hasta olmazsın zaten. Hem hastalıklar da Allah'ın birer nimetidir. Sağlığının kıymetini anlamanı sağlar. Ayrıca Allah, seni korumak için gecesini gündüzüne katan bir kulunu vazifelendirmiş. Endişe etmene gerek yok?
- Annem mi?
- Evet, annen, baban ve tabii diğer yakınların. Göreceksin, seni el üstünde tutacaklar.
- Görmek, el, tutmak?
- Önce şu gıda sorularını bitirelim. Sonra onlara da cevap verelim. Bir zaman sonra dişlerin çıkacak ağzının içinde. Yemekleri dişlerinle parçalayarak yiyeceksin. Daha sonra yemekleri kendi elinle ağzına koymayı öğreneceksin. Bir zaman gelecek, ağzına koyacağın yemekleri kendi emeğinle kazanman gerekecek. Atıklarına gelince, onları da böbreklerin, derin ve bağırsakların vasıtasıyla vücudundan uzaklaştıracaksın.
- Göbek bağım bana yeterken şimdi bütün bu külfet de neyin nesi? Hayır, ben gerçekten dünyaya gitmek istemiyorum. Burası çok güzel, çok rahat. Sahi şu görmek, tutmak neydi? Bir de el vardı.
- Ey bebek, etrafına baktığında ne görüyorsun?
- Hiçbir şey. Her taraf karanlık.
- Ama Allah (c.c.) sana göz vermiş göresin diye. Allah lüzumsuz iş yapmaz. Sana verdiği göz burası için değil. Sen, sana verilen daha güzel nimetleri görmen için göz nimetiyle donatıldın. O öyle bir nimet ki, onun kadrini kıymetini ancak gözünü kaybedenler anlayabilir. O gözlerinle önce anne-babanı ve aileni tanıyacaksın. Ardından dünyayı keşfedeceksin. Canlıları, renkleri, olayları göreceksin. Dünya, şimdi içinde kaldığın karanlık oda gibi değildir. Allah, dünyayı kendi sanatını sergilemek için yarattı. Orada çeşit çeşit güzellikler var. Belki de insanlar bu yüzden dünyadan ayrılmak istemezler.
- Dünyadan ayrılmak da mı var?
- Nasıl ki vakti gelince bu odadan ayrılacaksan, aynı şekilde dünyadan da ayrılacaksın. El nimetine gelincee...Şimdi, pek iyi kullanamasan da dünyaya gidip büyüdüğünde her işini onunla yapacaksın. Ayrıca, bu odadan çıktığında göbek bağını kesecekler.
- Kesmek mi? Beni kesecekler mi yani?
- Seni değil, göbek bağını. Zaten artık ihtiyacın olmayacak. Hem acısını bile duymayacaksın. Ne diyordum? Ha, tamam. Göbek bağını kesecekler ve sonra ciğerine hava dolacak. Bu hava, ciğerini biraz yakacak ve sen ağlayacaksın. Sonra seni bir üşüme alacak. Bir de onun için ağlayacaksın. Çünkü dünyaya çıplak gideceksin. Seni örten bir örtü olmayacak.
- Neler söylüyorsunuz. Bunların hepsine ben nasıl katlanırım? Ciğerim yanacakmış, ben donacakmışım. Bu nasıl bir zıtlık?
- Biraz korkmakta haklısın ancak bunlar anlık şeyler. Sonrasında sen de dünyaya gitmekten memnun kalacaksın. Evet, ilk hava ciğerlerini biraz yakar ama sonra ömrünün sonuna kadar o havayı içine çekmek senin için vazgeçilmez olur. İçine çekemediğin an dünyadan da ayrılık vaktinin geldiği anlamına gelir. Üşüme işini çabuk hâlledeceksin. Seni güzelce giydirip annenin şefkatli kollarına bırakacaklar. Sen annene sokulacaksın ve sütüne ulaşmak için tatlı, küçük bir uğraş vereceksin. Annenin sıcaklığı bedenini sararken sütü içini ısıtacak.
- Oh be! Şimdi rahatladım.
- Evet, insan bir yolcudur. O, ruhlar âleminden anne karnına, anne karnından dünyaya, dünyadan kabre, kabirden ise yeniden dirilmeye doğru giden bir yolcu...Her yolculukta bulunduğumuz ortamın şartları değişiyor. Özelliklerini şimdi bilemediğimiz ruhlar âlemi, anne karnının şartlarına benzemediği gibi dünya hayatımız da ölüm ötesi hayata benzemeyecektir. Allah nasip eder de cennete gidersek oradaki hayatın buradan daha güzel olduğunu göreceğiz.
70
Çiğnendiğinde nefesi tazeleyen, aynı zamanda ağız kokusuna karşı da çok etkili olan karanfilin faydalarını Diyetisyen Gülhan Koca anlattı.

   

• Manganez, kalsiyum ve magnezyum minerallerinden zengindir. C ve K vitaminlerinin çok iyi bir kaynağıdır. Lif açısından oldukça zengindir.

• Akciğer ve cilt kanserlerinden korunmaya ve mevcut hastalığın ilerlemesini önlemeye yardımcı olmaktadır.

• İçeriğindeki temel kimyasal bileşen olan "eugenol", ağrı kesici, lokal anestezi, anti-enflamatuar (enfeksiyona karşı) ve antibakteriyel etkileri nedeniyle diş hekimliğinde kullanılmaktadır.

• "Eugenol", güçlü bir trombosit inhibitörü (kan pıhtılaşmasını engeller) olduğu tespit edilmiştir. Bu özelliğiyle kalp ve damar hastalıklarından koruyucu özelliğe sahiptir.

• Tip 2 ( geç başlangıçlı) diyabet için insülin hormonu üzerinde olumlu etkisi bulunmaktadır.

• Anti-Fungal özelliğiyle, çeşitli mantar türlerine karşı etkilidir.

• İlaçlarda Anti-toksik özelliğiyle kullanılmaktadır.

• Afrodizyak özelliği ile cinsel gücü artırır
71
Sizin Seçtikleriniz / Anne olmak
03 Şubat , 2012, 15:36:40
Anne olmak : Umut etmek demektir...
Anne olmak : Asla vazgeçmemek demektir...
Anne olmak : Hesapsızca sevmek demektir...
Anne olmak : Sorumluluk demektir...
Anne olmak : Sadece kendini düşünmekten ÖMÜR BOYU VAZGEÇMEK DEMEKTİR
Anne olmak : Her zaman yapacak işleri olmak demektir...
Anne olmak : Dünyanın öbür ucunda da olsa ÇOCUĞUNUN SIKINTISINI HİSSETMEK DEMEKTİR..
Anne olmak : Kaç yaşına gelmiş olursa olsun çocuğunun AÇ OLUP OLMADIĞINDAN endişelenmek demektir...
Anne olmak : Çocuğunu gördüğüne her defasında coşkuyla sevinmek demektir...
Anne olmak : Uykusuz geceler demektir...
Anne olmak : Sınav kapılarında beklemek, yeniden ÖĞRENCİ olmak hatta ASKER olmak demektir...
Anne olmak : Hayatı çocuğuyla birlikte yeniden yaşamak ve öğrenmek demektir...
Anne olmak : Güçlü ve cesur olmak demektir...
Anne olmak : BAMBAŞKA BİRŞEYDİR



:love9: :love9: :love9: :love9: :love9:
72







Binler Salat Binler selam, Nebiler Nebisi peygamber Efendimiz Hz Muhammed'in(s.a.v) üzerine olsun...


MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU MÜBAREK OLSUN HAYIRLARA VESİLE OLSUN RABBİME BİNLERCE KEZ ŞÜKÜRLER OLSUNKİ O EN SEVGİLİNİN ÜMMETİYİZ ONA LAİK OLABİLMEYİ VE ŞEFAATİNE NAİL OLABİLMEYİ NAİP ETSİN MEVLAM CÜMLEMİZİ SONSUZ SALAT VE SELAM OLSUN......
73
Bilim adamları hesapladı. İşte uyanmak, çalışmak ve yemek yemek için günün en ideal saatleri...


VÜCUT RİTMİNİZİN HARİTASI

   



07.22 
Güne Başlama saati

07.30 
Cinsellik için en ideal saat

08.10 
Kahvaltı yapın

09.00 
Çalışmaya başlayın

10.30
Atıştırma vakti (Meyveyle geçiştirmeye dikkat edin)

13.30
Öğle yemeği için en elverişli saat

14.16
Kahve için en ideal saat

16.00
Açlık hissini bastırmak için yoğurt yiyin

17.00
Spor yapın

19.00
Kan akışı yavaşladığı için meyve suyu içebilirsiniz

19.30
Akşam yemeği vakti

22.00
Duş alın

23.00
Uyku vakti
74
DİŞÇİ: Periyodik dişçi randevusu yaklaştığı için sevinen insan pek yoktur herhalde, değil ki herhangi bir sorunun çözümü için randevu gününü bekleyenler. Dişçi fobisi yüzünden dişçiye gitmeyi reddeden bu tür insanlar ancak ciddi ağrıların baskısı ile doktora görünüyor.



KÖPEK: En ufak kaniş cinsinden iri Alman çoban köpeğine, insanın en iyi dostu olduğu söylenen köpekler Kynophobia adı verilen köpek fobisi olan insanları korkutmaya devam ediyor. Tipik olarak, insanlar köpek korkusunu daha önce ısırılmaları veya ısırılan birini yakından görmeleri sonucu doğduğunu iddia etme eğilimindeler.



UÇAK: Sadece Amerika'da 25 milyona yakın insan uçmaktan korkuyor ve bu korku hafif kaygıdan fobi sahibi bir insanı uçmaktan yoksun herhangi bir kıyıda bırakabilecek kadar farklı seviyelerde görülebiliyor.



GÖK GÜRÜLTÜSÜ VE ŞİMŞEK: Gök gürültüsü ve şimşek çatırtıları yürek sıkıştıran ve soğuk soğuk terleten bir deneyime dönüşebilir şiddetli hava fobisi olan insanlarda. Öyle ki bu insanlardan bazıları toplanıp havası sakin olarak bilinen bölgelere göç edebilir, Iowa Üniversitesi'nden John Westefeld'e göre.



KARANLIK: Çoğu çocuk için ışıkların kapanması öcü ya da benzeri bir şeyin yatağın altından ya da dolabın içinden birden ortaya çıkması stresi demektir. Doğrusu karanlıktan korkmak en genel çocuk korkularından biridir. "bizi her zaman şaşırtan çocukların sahip olduğu düşünce ve inançlar" diyor Virginia Tech'teki Chil Study Center direktörü ve psikoloji profesörü Thomas Ollendick.



YÜKSEKLİK: Eğer bir çatıda dururken ya da uzun bir binaya bakarken rahatsızlık ve çarpıntı hissediyorsanız, yalnız değilsiniz. Akrofobi adı verilen yükseklik korkusu yüzde 3 ila 5 arası değişen oran ile toplumda en sık karşılaşılan fobilerden bir diğeri. Bilim adamları daha önceleri bunun normal bir uyarıcıya verilen saçma bir tepki olduğunu düşünse de, yeni araştırmalara göre tam tersi.



DİĞER İNSANLAR:



KORKUTUCU ALANLAR: National Institute of Mental Health'ten açıklanan bir rapora göre18 yaşın üzerindeki yaklaşık 1,8 milyon Amerikalı agorafobiden şikayetçi, kaçmanın/kurtulmanın zor olacağı bir alan ya da pozisyonda yoğun korku ve kaygı hissetmekten.



ÖRÜMCEK: Kadınların örümcekgillerden erkeklere oranla 4 kat fazla korktuğu tespit edilmiştir. Evolution and Human Behavior adlı gazetede yayınlanan bir araştırmaya göre Pittsburg'daki Carnegie Mellon Üniversitesi'nden David Rakison, 11 aylık bir kız çocuğunun örümcek ve yılan figürlerini korku dolu yüz ifadeleri ile ilişkilendirmeyi hemen öğrendiğini ama erkek çocukların bunu yapmadığını keşfetti. Evrimsel perspektiften bakıldığında, mantıklı geliyor çünkü kadınlar yiyecek toplarken bu türlerle daha sık karşılaşıyordu diyor Rakison.



YILAN: Araştırmalara göre en yaygın fobi yılan fobisi.Üstelik çocuk ve yetişkinler üzerinde ayrı ayrı yapılan incelemelere göre kurbağa çiçek gibi zararsız objelere göre yılan imajını çok daha hızlı ayırt edebiliyor.
75
Kandiller Nasıl Değerlendirilmelidir?


Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur'ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur'ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah'a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)'e salât ü selâmlar getirilmeli; O'nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir" gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü'minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi kendine ve diğer Mü'min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va'z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk'a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili özel bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet–i Kur'ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir... Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, "O gecelerde namaz kılmak mekruhtur" anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir." (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289).

Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir sakınca yoktur; sevaptan hâli değildir.
76
Protesto / Kızını sözleşmeyle sattı !
02 Şubat , 2012, 07:08:31


Antalya'da 6 yıl önce 12 yaşında olan E.Y. adlı kızı babası Osman Y.'den 5 bin liraya aldıktan sonra satış sözleşmesi imzalatan inşaat malzemesi ticareti yapan 54 yaşındaki Yusuf A., tutuklandı.

Bugün 18 yaşında olan E.Y., iddiaya göre 2006 yılında, henüz 12 yaşındayken babası Osman Y. tarafından, oğlunun çalıştığı inşaat malzemeleri dükkanının sahibi Yusuf A.'ya 5 bin lira karşılığında satıldı. Küçük kızın babası ile işadamı arasında yapılan satış, sözleşmeyle de imza altına alındı. E.Y.'nin vesikalık fotoğrafının da yapıştırıldığı sözleşmeye, "Kızımı 5 milyon '5 bin TL' liraya sattım. 12 Şubat 2006 tarihi itibariyle kızım E.Y.'yi Yusuf A.'ya teslim ediyorum. Parayı peşin aldım. Yukarıdaki tarihten itibaren Yusuf A.'nın kontrolünde olacaktır. Baba olarak rıza gösteriyorum' dedi. İmzalandı" diye yazıldı. Sözleşmenin en altına küçük kızın ismi açılarak "E.Y.'ye soruldu. 'Babamın rızasını ben de kabul ediyorum' dedi. İmzaladı" diye yazılarak, küçük kızın imzası alındı.

ÖĞRETMEN ORTAYA ÇIKARDI   

Eşinden ayrıldığı belirtilen 4 çocuk babası Yusuf A., küçük kızı ilk olarak Kemer'de bir otele götürdü ve burada tecavüz etti. İşadamının evinde tutulan ilköğretim 6'ncı sınıf öğrencisi E.Y.'nin, durumu okuldaki öğretmene anlatmasıyla satış ve tecavüz ortaya çıktı. Rehberlik öğretmeninin sınıfa, "Canınızı sıkan bir olayı yazarak anlatın" sorusu üzerine ağlayarak sınıftan kaçan E.Y., tuvalete saklandı. Ardından giden öğretmen, E.Y. ile konuştu. E.Y., ağabeyinin patronuna babası tarafından satıldığını söyleyip, Yusuf A'nın kendisine tecavüz ettiğini anlattı.

SAVCILIK İFADELERİ

Öğretmenlerin tutanak hazırlayarak olayı polise aktarmasının ardından soruşturma açıldı. İfadesine başvurulan baba Osman Y., şöyle dedi:

"Oğlum İsmail Y., bu adamın yanında çalışıyordu. İtibarlı bir işadamıdır. Yaz aylarında kızım da, onun hırdavat ve inşaat malzemeleri satan dükkanında çalışmaya başladı. Bir gün bana 'Ben derin devlet için çalışıyorum. Senin bu kızında iş var. Onu okutmak ve eğitmek istiyoruz' dedi. Kızımı benden zaman zaman alacaklarını ve eğiteceklerini söyledi. Hatta bana derin devlet adına bazı kağıtlar da imzalattı. Ben kızımı satmadım. Onu zaman zaman çağırıp, götürüyordu."

Yusuf A. savcılıkta, "Osman Y., yeni ev almıştı. Bir gün benim yanıma geldi ve kızını satması gerektiğini söyledi. Ben de kızı kurtarmak için 5 bin lira verdim. Yarın başım belaya girer diye de satış sözleşmesi yaptım ve babasına imzalattım. Kızı da imzaladı. Ben yardımcı olmaya çalıştım" diyerek ifade verdi.

MAHKEMELER ARASINDA DOLAŞTI

Açılan dava dosyası, 2006 yılından bu yana mahkemeler arasında dolaştı durdu. Olay yeri Kemer ilçesi olduğu için Antalya Cumhuriyet Savcılığı, dosyayı Kemer Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi. Savcılığın hazırladığı soruşturma evrakı ile önce Kemer Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Ancak, bu mahkemenin 'yetkisizlik' kararı vermesiyle dosya Antalya 4'üncü Asliye Ceza Mahkemesi'ne geldi. Bu mahkemenin de 'görevsizlik' kararıyla dava Antalya 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı.

"BABASI SATMAK İSTEDİ"

Dava başladıktan sonra taraflar bulunamadı. Osman Y.'nin olaydan sonra eşini ve çocuklarını alarak memleketi Sivas'a göç ettiği belirtildi. Genç kızın babası, talimatla alınan ifadesinde, Yusuf A.'dan şikayetçi oldu. Mahkeme bu arada tutuksuz yargılanan Yusuf A.'yı bulmaya çalıştı. Aradan 6 yıl geçtikten sonra işadamı Yusuf A. dün ilk kez hakim karşısına çıktı. Yusuf A., mahkemede Osman Y.'nin kızını satmaya çalıştığını yineleyerek, şöyle devam etti:

"E.Y. yaz aylarında ağabeyi ile birlikte benim işyerimde çalışıyordu. Birgün babası geldi ve ev aldığını paraya sıkışık olduğu belirterek kızını satacağını söyledi. Ben de 'Olur mu öyle şey' dedim. Hemen oradan bıçak aldı ve kızın boğazına dayadı. 'Ya satacağım, ya keseceğim' dedi. Ben de kızı kurtarabilmek için atladım ve bıçağı alıp, 'Tamam ben alırım bu kızı' dedim. Ama başım da belaya girmesin diye satış sözleşmesi yaptım."

MAHKEMEDE YALANLADI

Antalya 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Nihat Altuğ'un, "Niye polise haber vermedin? Bak ifadelerinin bazı yerlerinde bu çocuğa karşı yaptıklarını itiraf ettiğin bölümler var" sorusuna Yusuf A., "Polis bana baskı yaptı. Ben baskı altında ifade verdim" iddiasında bulundu. Yusuf A. "Ben kıza bir şey yapmadım. Otele götürmedim. İspatlasınlar götürdüğümü" diyen Yusuf A.'ya hakim Altuğ daha önce tanık olarak dinlenen otelin resepsiyon görevlisi Hakan C. ile sorumlusu Mustafa Ö.'nün ifadelerini okudu. C. ve Ö.'nün, küçük kız ile otele gelen Yusuf A. ile ilgili olarak, "Bu kişi otelimize yanındaki küçük kız çocuğu ile geldi. Biz kimlik sorduğumuzda bu kişi, çocuğun kendi kızı olduğunu söyledi, nüfus cüzdanını yanında getirmediğini söyledi. Küçük kız da yanında suskun durunca biz de gerçekten kızı zannederek odayı kendisine kiraladık. Bununla ilgili defter kaydımız mevcuttur" ifadesi için ne diyeceği sorulan Yusuf A., "Tamam otele gittim ve orada kaldım ama yanımda kız yoktu. Kızın yanımda olduğunu ispatlasınlar" dedi.

Genç kızın nerede olduğu bilinmezken, Yusuf A. mahkemece tutuklandı, duruşma mart ayına ertelendi.
77
Dört mevsimin bir arada yaşandığı ülkemizde, değişen havalarla birlikte soframıza misafir ettiğimiz sebze ve meyvelerin değişim göstermeye başladığını söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu, önemli açıklamalarda bulundu.

Sağlıklı beslenmek için mevsiminde ve dengeli beslenilmesi; sebze ve meyvenin her rengini içeren besinlerin tüketilmesi çok önemli olduğunu söyleyen Elif Karacanoğlu,kış mevsiminde özellikle sebze ve meyvelerin bol miktarda ve taze olarak, çiğ ya da az pişmiş şekilde tüketilmesinin çok sağlıklı olduğunu belirtti.

Yapraklı sebzeler çiğ ya da az su ile buharlı tencere veya toprak güveçlerde zeytinyağı ile birlikte kısa süreli pişirilerek tüketildiğini vurgulayan Karacanoğlu, Brokoli ve lahana gibi sebzeler uzun süre pişirilirse tadı bozulabilir. Köklü sebzeler ise yapraklı sebzelerin aksine çok iyi pişirilmelidir; yoksa hazımsızlık yapabilir. Havuç gibi sebzeler ve meyveleri vitaminlerinin kaybolmaması için kalın doğramak gerekir. Ayrıca meyveleri tok karnına değil; aç karnına ya da yemekten 2- 3 saat sonra tüketmek daha faydalıdır' dedi.

A'dan Z'ye kış sebzelerinin faydaları

Bal kabağı: Yüksek A vitamini, fosfor ve kalsiyum içeren bal kabağı sadece tatlılarda değil; çorba ve mezelerde de kullanılmalı. Ayrıca lifli yiyeceklerin sık tüketiminin kolon kanserine karşı koruyucu olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır.

Brokoli: A vitamini ve potasyumdan zengin, folik asit için iyi bir kaynak olan brokolinin mineral kaybı en az olacak şekilde pişirilmesi çok önemlidir.

Brüksel lahanası: Kükürtlü sebzeler grubunda olduğu için güçlü bir kanser savaşçısıdır. Az pişirilmesi veya çiğ tüketilmesi gerekir.

Havuç: A, B1, B2 vitamini ve lif kaynağıdır. Enerji verir. Karaciğerin safra salgılamasına ve kolesterolü dengelemesine yardım eder.

Ispanak: Demir yönünden zengin olan ıspanak, diğer yapraklı sebzelere nazaran daha çok protein içerir. Tansiyonu düşürür, kan pıhtılaşmasını azaltır. Betakaroten içerdiği için yaşla birlikte ortaya çıkan göz hastalıklarına karşı da etkilidir. Bazı mide kanserlerini önlediği ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği kanıtlanmıştır.

Kabak:100 gram kabak günlük folik asit ihtiyacının dörtte birini karşılayabilir. Haşlanmış kabakta bulunan karoten maddesi etkili bir antioksidandır. Yüksek orandaki potasyum sıvı-tuz dengesini sağlar.

Karalahana: Kalsiyum, bakır, demir, potasyum ve C vitamini bakımından zengindir; ayrıca kükürt içerir. Çiğ olarak yemek veya sıkarak suyunu içmek daha faydalıdır. Kansızlığı giderir, idrar söktürür. Mide ve bağırsak yaralarını yumuşatır. Ses kısıklığını giderir, iştah açar. Ancak guatrı olanlar tüketmemelidir.

Kereviz: Kükürtlü sebzelerdendir ve kesildikten sonra en kısa sürede tüketilmesi faydalıdır. Sakinleştirici özelliğinin yanı sıra kanı temizler, kilo almayı önler ve böbrekler için çok yararlıdır.

Kırmızı ve sarı soğan: Sarı ve beyaz olanların besin öğeleri biraz daha yoğun olmasına rağmen her ikisi de güçlü antioksidanlardır. Savunma sistemini güçlendirir. Grip, nezle, astım gibi enfeksiyonlarda sarımsakla birlikte etkin bir role sahiptir. Öksürük söktürücüdür; bronşları temizler. Kemik erimesine iyi gelir.

Lahana: Yaşlanmayı önleyici mineral olarak kabul edilen selenyum sağlıklı bir cilt verir. Mide ve yemek borusu kanseri tehlikesini azaltır.Sadece lahana çeşitlerinde bulunan U vitamini, mide ve bağırsakların iç yüzeyini koruyor, oralardaki yaraların iyileşmesini sağlıyor.

Marul: Su içeriği % 95 civarındadır. A vitamini içerir.

Mantar: Yüksek enerji, potasyum ve protein içerir. Yağ oranı çok düşüktür.

Maydanoz: İdrar söktürücü olan maydanoz C vitamini açısından çok zengindir. Aynı zamanda A vitamini ve potasyum için iyi bir kaynaktır. Taze tüketilmesi, pişmiş haline göre daha besleyici olmakla birlikte, ödem atıcı olarak, kaynatılıp suyu içilebilir.

Patates:Yüksek miktarda nişasta, B ve C vitamini içermesine rağmen, pişirme esnasında ciddi kayıplara uğrar. Aynı zamanda sinir sisteminin düzenli çalışmasını engelleyen bazı toksik maddeler de içerir ve bu toksik maddeler ancak çok iyi pişirildiğinde etkisiz hale gelir. Bu yüzden patatesin çok iyi pişirilmesi de gerekir. Kabuğunun çok ince soyulması vitamin kaybını azaltmak için çok önemlidir.

Rezene: Uçucu yağlar içerdiğinden kaynatılması yerine sıcak suda bekletilmesi tercih edilmelidir. Anne sütünü artırma konusunda önemli yardımcılardan biridir. Kalsiyum, potasyum gibi minerallerin yanı sıra B vitamini de içerir.
Salatalık: Cilt bakımının vazgeçilmez ürünlerinden biri olan ve kükürt içeren salatalık; vücudun enfeksiyonlara karşı dayanıklılığını artırmasının yanı sıra kolesterolü düşürür. Kasları gençleştirerek; deri hücrelerine elastikiyet verir.

Sarımsak: Enerji verir. Kükürt ve sülfürden zengin olduğu için güçlü bir kanser savaşçısıdır. A, B, C, P vitaminleri içerir. Yüksek tansiyonu düşürür. Kanı temizler. İştah açar. Hazmı kolaylaştırır. Kabızlığı giderir. Romatizma ve eklem iltihaplarında yararlıdır.

Şalgam: Kalsiyum, demir ve magnezyumdan zengindir. A, C ve B vitamini içerir. Kalsiyum, potasyum ve demir içerir. Kemik ve dişleri güçlendirir. Daha çok suyu tüketilir. İştahı açar. Vücuttaki toksinleri atmak için hem yenmesi hem de suyunun tüketilmesi oldukça sağlıklıdır. Mide ve karaciğere faydalıdır.

Tere: Yapısındaki madeni tuzlar ve vitaminler sayesinde, kani mikroplardan temizler, hastalıklara karşı direncimizi artırır. Böbrek taşlarını eriterek düşmesini kolaylaştırır. Kandaki şeker oranını düşürür. Güç vericidir, dermansızlık ve halsizliğe iyi gelir.

Turp: Özellikle siyah turp, çok daha yüksek miktarda besin öğesi içerir ve böbrekler için yararlıdır. . Potasyum için iyi bir kaynaktır. Halsizliğe iyi gelir. Tokluk hissi sağlar. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının giderilmesinde iyi bir yardımcıdır.

A'dan Z'ye kış meyvelerinin faydaları

Armut: Sulu ve tatlı bir meyve olan armut yemeklerden önce tüketilmelidir. Zengin karoten içeriği nedeniyle sarı, yeşil renge sahiptir. A, B1,B2,B3,B6ve C vitamininden zengindir.

Ayva: Altın sarısı renginde hoş kokulu bir meyve olan ayva A ve B vitaminleri, yüksek miktarda potasyum ile tanin ve kireçli tuzlar içerir. Zindelik verir. Çekirdekleri yoğun pektin içerdiği için ishal önleyici olarak kaynatılıp suyu içilebilir. Bronşit, müzmin öksürük ve verem tedavisinde kullanılır.

Elma: A ve C vitamini içeriği yoğundur. Ayrıca çözünen ve çözünmeyen lifler içermesi nedeniyle hem ishal hem de kabızlık tedavisinde kullanılır. Yine kolon kanserlerinden korunmak adına sıklıkla tüketilmelidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir; sindirimi kolaylaştırır.

Greyfurt: C Vitamini açısından zengin olan greyfurt bağışıklık sistemi için yararlıdır. Ancak ilaç kullanıyorsanız dikkatli olmanızda fayda var.

Kivi: C vitamini deposu olan kivi enfeksiyonlarla mücadele etmek ve cilt kusurlarını engellemek için faydalıdır.

Mandalina: Zengin C vitamini içeriğiyle, özellikle kış aylarında soğuk algınlığı, nezle ve gribe karşı savunma mekanizmamızı güçlendirir. Yüksek orandaki potasyum içeriğiyle yüksek tansiyonu düşürür.

Nar: Bağışıklık sistemini güçlendirdiği için sıklıkla tüketilmelidir. Folik asit, A ve C vitaminleri içerir. Ayrıca selenyum, magnezyum, fosfor gibi mineralleri çok fazla içermesi nedeniyle, halsizlik durumlarında da kullanılabilir.

Portakal: C vitamini ve folik asit kaynağı olan portakal bağışıklık sistemini güçlendirir ve kansızlığa iyi gelir.
78
Her gün gazetelerde, televizyonlarda kadınlara çeşit çeşit güzellik reçeteleri sunuluyor. Kimi bitkisel karışımlar tavsiye ediyor;  kimi gelişen tıpla birlikte ortaya çıkan estetik ameliyatlar ve botoks gibi güzellik operasyonları tavsiye ediyor.

Ben de bugün kadın okurlarıma, bunların hepsinden daha etkili olacak, güzelleşmenin ve güzel kalmanın sırrını söyleyeceğim, reçetesini vereceğim.

Güzelliğin ana reçetesini KAVGADAN KAÇINMAKTIR. Çünkü:

Kavga, kadını çirkinleştirir: Asık yüzlü bir kadın, güzel görünebilir mi?

Kavga, kadını erken yaşlandırır: Her üzüntü, yüze bir minik bir çizik olarak yerleşiyor; çok kavga ettiğinizde yüzünüz çabuk kırışır. 

Kavga, kadını yorar: Kavga sırasında yüksek bir enerji gelir; fakat kavga sonrası kadın birden tükenir, yaşam enerjisi azalır.

Kavga, kadını hasta eder: Gerginlik baş ağrısı yapıyor; bel ya da boyun fıtığının en büyük sebebi de stres.

Kavga, kadının saçlarını döker: Erkekle mücadele, kadında, erkeklik hormonuna artırıyor, bu da kadında saç dökülmesine sebep oluyor.

Kavga, kadını aptallaştırır: Kadın konuşurken sonuçlarını doğru hesap edemez; en çok kendi üzülür, en çok kendi zarar görür.

Kavga, kadını yalnızlaştırır: Kavga, kadını sevdiğinin gözünden düşürür; kadın bazen kocasıyla aynı evde, aynı yatakta yalnızdır; bazen kocaman bir evde tamamen yalnız kalır.

Akıllı bir kadın, önce kendi için, beden ve ruh sağlığı ile mutluluğunu düşünerek kavgadan kaçınır.

"Kavga kafamda hiç bitmiyor." demişti bir hanım, eşiyle tartıştıktan sonra ki ruh halini anlatmak için. Kendi halini anlatırken aynı zamanda, kadınların kavga sonrası halini de pek güzel özetlemişti farkında olmadan.

Kadın erkek farklılıkları hayatın her alanında kendini gösterir. Farklılığın ortaya çıkmasında en önemli etken, beynimizi kullanma tarzımızdır. Kadınlar daha çok beynin duygusal merkezi olan sağ tarafı kullanırken, erkekler mantık tarafı olan sol tarafı kullanırlar.

Bu farklılık; kavga öncesinde de sonrasında da çok fazla kendini belli eder. Tartışma esnasında kadın detayları konuşur, erkek sonuca bakar. Çok ciddi bir tartışma değilse iki tarafta sustuğunda erkek için olay bitmiştir. Fakat kadınlar basit bir tartışmayı bile kolay kolay kafasında bitiremez. Konuşulan konular, kadının kafasında döner de döner. Kafada kelimeler doğurur da doğurur. Geçmişte yaşadıkları tatsızlıklar gelir aklına, aynı şeyler için bir kez daha üzülür. Gelecek kaygıları bastırır, evliliği ile ilgili ümidi tükenir.

Kavga; erkek için acı bir yemekse, kadın için zehirdir.

O halde kadın, hem kavga çıkarmaktan kaçınmalı hem de çıkacak olan kavgaya engel olmak için elinden gelen gayreti göstermeli. Kadına yaratılıştan bu yetenek de verilmiş.

Fakat günümüzde kadınlar kavga etmekten kaçınmadıkları gibi, kavga çıkarmaya da gayet meyilli davranıyorlar.

Kadınlar eşitlik davası ile kışkırtılarak, "Eziliyorsun, kavga ede ede hakkını alacaksın." diye yönlendiriliyorlar. Öyle ki kavga, günümüz kadının, yaşam dili, olmuş nerdeyse.

Kadın sevilmek istiyor; kavga ediyor.

Kadın ilgi istiyor; kavga ediyor.

Kadın anlayış istiyor; kavga ediyor.

Bir kaç gün önce Haber 7 de bu sayfalarda çıkan bir haber vardı: Evliliği dır dır bitiriyor

"Ne aldatma, ne şiddetli geçimsizlik ne de aşkın bitmesi. ABD'de yapılan araştırma boşanmaların büyük çoğunluğunun 'dırdır'dan kaynaklandığını ortaya koydu.

New yorkta bir merkezde Davranış Bilimleri ve Psikoloji Bölümü Başkan Yardımcısı olan Scott Wetzler, bu açıklamayla birlikte "kadınlar neden 'dır dır' eder? sorusuna da şu yanıtı veriyor: "Karşısındaki kişilerden istedikleri şeyi alamayacağını düşünen kadınlar, bu kez düzenli bir şekilde ısrar ederek bunu gerçekleştireceklerine inanıyorlar. Aslında bu bir kısır döngü. Çünkü 'dır dır' her şeyi başa döndürüyor."

Batı, baktı aile kurumu çöküyor, kadınlara verilen gazları çekmeye başladı. Kadınları erkeklerle eşit yapmaya uğraşırken, ne kadar kavgacı yaptıklarını daha yeni fark ettiler, geçmiş ola. Şimdi batı; başarılı, kariyer sahibi, yalnız ve mutsuz kadınları aile yuvasına sahip çıkmaya çağırıyor. "Susun" diyor kadınlara "biraz susun" "gitmez bu evlilik hayatı erkeklerle böyle kavga ederek" diyor.

Fakat kadınların çoğu, kavganın bunca zararına rağmen "susun" diyeni sevmiyorlar. Nerde kavgayı kışkırtan varsa, onu dost zannediyorlar. Ağaçtan düşmüş yaralı bir kuş gibiler, dostu düşmanı ayırt edemiyorlar, yardım etmek isteyeni gagalıyorlar.

Hayat kullanım kılavuzumuz, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerîm de bize "Evin reisi erkektir; iyi kadınlar eşlerine gönülden saygı gösterenlerdir." (Nisa 34. âyet ) buyururken mutluluğun reçetesini de vermiş zaten Yaradan. Batı hidayete erecek galiba yavaş yavaş, Kur'an-ı Kerîm'e geliyor; daha doğrusu ilim batıya Kur'an-ı gösteriyor. İnşaallah bu batı sevdamızla onlar İslam'a gelirken biz gitmeyiz.

Batı, bu vesile ile şunu da kabul etmiş oluyor: Aşkın en büyük düşmanı evlilik değilmiş; aşkın en büyük düşmanı, kavga gürültüymüş.

Yazının başına dönersek, kadının güzellik ve mutluluk reçetesi "Kavgadan Kaçınmaktır."

Bunun için "Kavgadan kaçınma diyeti" yapmak gerekiyor:

Diyetimizin ana şartları "asık yüz yok, eleştiri yok, suçlama yok, savunma yok, şikayet yok" Bunlardan uzak durun.

"Tatlı dil, güler yüz, takdir ve teşekkür serbest." Bolca kullanabilirsiniz.

Erkek tarafından çıkarılacak kavgaları önlemek için de "kibarca susma hapı" kullanın. Hapın kısa vadede biraz yan etkisi vardır; nefse ağır gelebilir, gurur, kibir ayaklanabilir; fakat bu tepkileri bastırırsanız, hapın faydasını çok göreceksiniz. Bu hap, sizi uzun vadede zarardan koruyacaktır. "Kibarca susma hapı" nın başka hiçbir yan etkisi yoktur, tamamen doğaldır ve çoğunlukla işe yarar.

Biliyorum yine "kavga sever kadınlar" itiraz edecekler: "Erkeklerin hiç mi suçu yok? Kavgayı hep kadınlar mı çıkarıyor? Saygı duyacak erkek yok, kötü kocayla da mı kavga etmeyeceğiz?..." diyecekler. Bu soruların cevabını ben vermeyeyim, siz kendiniz bulun. Şu yukarıda verdiğim diyeti bir uygulayın, hanımlar. Merak etmeyin ölmezsiniz. Garanti veriyorum, zarar görmeyeceksiniz.

Fakat belki "çok sevilen, çok güzel bir kadın olacaksınız." Denemeye değmez mi?


SEMA MARAŞLI

79
Bireylerin boy uzunluğu genellikle genetik geçişli ancak beslenme de boy konusunda önemli bir faktör.

   

Besine kolay ulaşılabilmesi ve sağlıklı beslenmeye yönelim nedenleri ile her geçen jenerasyonun arasında boy farkının arttığını söyleyen Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Tutar, ailelerin sağlıklı beslenme konusunda çok daha bilinçli hareket etmeye çalışsalar da kimi zaman istenmeyen hatalar yapabildiklerine dikkat çekiyor. Gizem Tutar boy uzan besinleri sıraladı.

Süt
Süt ve grubu olarak genel bir isim adında toplansa da, sütün diğer süt ürünlerinden - çocuğunuzun boyunun uzamasında - ayrı bir önemi var. Gün boyunca 2 su bardağı süt içilmesi boy uzamasını desteklemesinin yanı sıra çocuğunuzun kemik yapısının da güçlenmesini sağlar. Sütün boy uzamasını daha fazla desteklemesi için gece yatmadan içilmesi gerekmektedir. Çünkü bu saatte içilen süt büyüme hormonunun salgılanmasını sağlayacaktır.

Süt ürünleri
İçerisinde kalsiyum bulunan bu grupta yoğurt, ayran ve peynir yer alır. Özellikle yoğurt, çocuğunuz sebze yemeği tüketirken tabağında mutlaka bulunmalıdır. Peynir tüketmeyen çocuklarda peynir tüketimini sağlamak için peynirli börek veya poğaça hazırlayabilirsiniz.

Brokoli
Bağışıklık sisteminin güçlenmesinde ve vücudun korunmasında başrol oynayan brokoli, çocuğunuzun boyunun uzamasını sağlayan önemli bir sebzedir. Çocuklar tarafından çok sevilmese de belirli sıklıklarla tüketilmesi önerilir. Yapılan bilimsel çalışmalar, sevilmeyen besinlerin belirli bir düzenle yenmesinin zaman içerisinde alışkanlığı yol açtığını göstermektedir.

Kuru meyveler
Kuru meyveler iyi bir kalsiyum kaynağıdır. Bu sebeple boy uzamasını sağlar. Ara öğün olarak veya süt ile birlikte tatlı ihtiyacını gidermek için çocuğa yedirilebilir. Kuru meyvelerin tüketim miktarı önemlidir. Çünkü fazla tüketilirse, kilo sorununa neden olabilirler. Gün içerisinde 4-5 kuru kayısı, 2 kuru incir, 1 avuç siyah kuru üzüm seçeneklerinden birinin tercih edilmesi yeterli olacaktır.

Susam
En yüksek kalsiyum içeren besin olması nedeni ile çocukların beslenmesinde önemli olan susam, yağ içeriğinin yüksek olmasından dolayı tehlike arz etmektedir. Çocuklara bazı günler ekmek yerine simit verilebilir.

Soya fasulyesi
Soya fasulyesi kalsiyum içeriği zengin olan besinlerdendir. Genellikle ülkemizde salata olarak yenir. Çocukların boyunun uzamasına katkısı olacak bu besinin ihmal edilmemesi gereklidir.
80
Küçüktüm... Hayal-meyal hatırlıyorum. Anneme sormuştum:
"–Anne, Allah nerede?"
Annem bütün kalbî samimiyeti ile cevap vermişti:
"–Allah, nerede anarsak orada oğlum."
Bu cevap, kafamda yeni soruları da beraberinde getirmişti. Allah'ı nerede anarsak oraya geliyor. Tespih çekenlerin neden hızlı hızlı "Allah" diyerek tespih çektiğini şimdi anlamıştım. Hep Allâh'ı yanlarında hissetmek istiyorlardı, demek ki! "Peki ya Allâh'ı anmazsak?" diye düşündüğümü hatırlıyorum, gece vakti yatağımda uyumaya çalışırken...
Bir süre sonra, mahallemizdeki caminin hocası, aynı soruya farklı bir cevap vermişti. Yaramaz arkadaşımız Ramazan:
"–Allah nerede hocam?" diye sorunca, hoca sağ elini kalbine götürerek:
"–Allah, kalbimizde oğlum." demişti.
Bu cevap, annemin verdiği cevaptan daha çok düşündürmeye başlamıştı beni... "Allah kaç tane ki? Herkesin kalbinde Allah varsa o zaman neden, «Allah bir» diyoruz? Allah insanların kalbine niye giriyor ki?" gibi birçok soru aklıma geldi gitti. Tüm bu sorularımı, çocukluk yıllarımda ne kimseye sorabildim, ne de bu soruların sorulduğu bir ortamda verilen cevapları duyabildim.

Bilinçaltında Büyüyen Öcü...
Zaman hızla ilerledi. Demek ki, bu sorular bilinçaltıma yerleşmiş bir "öcü" gibi bir gün hortlayacağı ânı bekliyormuş. Tâ ki, televizyon kanallarının birinde, çocuk terbiyesi konusunda bir programa rastlayıncaya kadar... Programda izleyicilerden gelen sorulara cevap vermeye çalışan bir psikologa, bir anne, çocuğu ile ilgili bir soru sordu. Programa telefon ile katılan anne:
"–5 yaşında bir oğlum var. Israrla bana «Anne, Allah nerede?» diye soruyor, ben de «Oğlum, Allah kalbimizde...» diye cevap veriyorum. Sizce nasıl cevap vermeliyim?" diye sordu.
Televizyonda soruları cevaplandıran uzman:
"–5 yaşındaki bir çocuğa «Kalbinde Allah var» diye cevap vermeniz, çocuğun aklına yeni birçok soru işaretlerini doğurabileceği için doğru bir cevap değil!.. O yüzden, oğlunuzun bu sorusuna «Allah çoooook uzaklarda, O'nu biz göremeyiz.» diye cevap vermenizi tavsiye ederim" deyiverdi.
Televizyon ekranlarındaki bu konuşmaya, hem o dönemi küçüklüğünde kendi de bizzat yaşamış biri, hem de konuya yakın bir pedagog olarak çok üzüldüm.
"–Allah nerede?" sorusuna verilen bu tür yanlış cevaplar, çocuğun bilinçaltına yerleştirilmiş saatli bir bomba gibi "tik tak" ederek patlayacağı ânı bekler. Eğer uygun bir zamanda uzman birileri tarafından saatli bombanın kabloları çekilmezse,  çocukluk yıllarını atlatan gencin içinde dev gibi bir patlama olmaması işten bile değildir. Neden?

Her Kalpte Allah Varsa, Kaç Tane Allah Var?
Henüz eşyalar arasında ilişkileri tam kuramamış yedi yaş grubundan önceki çocuklara verilecek "Allah kalbimizde" cevabı, çocuğun zihninde yeni birçok soruyu daha beraberinde getirecektir.  "Her kalpte bir Allah varsa, kaç tane Allah var?", "Kalbimizde Allah nasıl nefes alıyor?", "Allah içimde kımıldarsa ben korkarım." gibi çocuğun hayal gücü nispetinde yeni yeni sorular... İç içe geçmiş, bir çok anne-babanın artık cevap veremeyeceği yeni sorular...
Annemin, ben daha çok küçükken söylediği, "Allah nerede anarsan oradadır." cevabı da, yine soyut düşünme dönemine yeni geçen 7 yaş grubu çocuklarda, "Ya Allâh'ı anmazsak... O zaman Allah orada yok mu?" gibi paradoksların yaşanmasına sebep olacaktır.

Bana Dinden-İmandan Bahsetmeyin...
Ve bütün bu fikrî iç savaşla yetişkinliğe doğru ilerleyen çocuğun elinden bir gün birileri tutmaz ve bilinçaltındaki bu çelişkiyi, akrep ve yılanların yuva kurduğu örtüyü kaldırmaz ise, bir gün o akrep ve yılanlar çocuğa artık, "bana dinden imandan bahsetmeyin, boş verin böyle şeyleri" şeklinde zihnî "es geçmelere" sebep olabilir. 

Peki "Allah nerede?" Sorusuna Nasıl Cevap Verilmelidir?
Bu soruya verilecek cevapları, çocukların yaş dönemleri dikkate alınarak üç kategoride toparlıyoruz.

a) Yedi yaşına kadar olan çocuklar
Bu yaş grubundaki çocukların "Allah nerede?" sorusundaki kastı, ismini duyduğu şeyleri zihninde şekillendirme çabasıdır. Çocuk, en iyi bildiği kavram ile, yeni duyduğu şey arasında kıyas yaparak çevreyi tanımaya çalışır. Örneğin, çocuğa, "Bir hafta sonra teyzene gideceğiz." denildiğinde, çocuk "bir hafta"nın ne demek olduğunu henüz bilmiyorsa, "Yedi kere akşam olacak, ondan sonra gideceğiz." diye açıklama bekler. Yani çocuk, bir önceki tanıdığı ile bir sonraki tanınacak arasında ilişki kurarak hayatı algılamaya çalışır. Bu itibarla, çocuk eğer "Allah çoook uzaklarda..." diye duymuşsa, bu uzaklık çocuğun zihninde bir şeylerle kıyasa tâbî tutulacaktır. Ankara kadar uzakta... İstanbul kadar uzakta... Yıldızlar kadar uzakta gibi... Bu sebeple bu yaş grubundaki çocuklara verilecek cevaplar, bir mesafe, şekil ve görüntü içermemeli, aksine, ileriki yaşlarda kendisinde merak hissi uyandıracak, Allah arayışını kesmeyecek cevaplar olmalıdır. Bu hassasiyet gözetilmeden verilecek cevap, zihnin bir köşesinde alarmı kurulmuş bir soru olarak, her an mevcudiyetini korumaktadır.
Bu sebeple yedi yaşına kadar olan çocuklara verilecek cevap konusunda, çocuk ile âile arasında şu iletişimi tavsiye ediyoruz... "Oğlum, ağaçları yaratan Allah... Kuşları yaratan Allah... Çiçekleri yaratan Allah... Bizleri yaratan Allah... O'nun yarattığı her şeyi etrafımızda görüyor, hissediyoruz... Ama O nerede ben bilemiyorum... Hissediyorum, O her an bizimle... Ama bilemiyorum nerede..."
Bu yaştaki bir çocuğun "Allah nerede" sorusuna aradığı cevap, filozofik, tasavvufî ve  ilmî derinlikte ve yoğunlukta olmamalı, aksine, verilecek cevap, bir sonraki zihinsel yaşta verilecek cevaba hazırlık niteliği taşımalıdır.

b) 8-14 yaşına kadar olan çocuklarda
Bu yaş grubu çocuklara verilecek cevapta, akıl ve mantık ön planda olmalı veya soruya, soru ile karşılık verilmelidir. Çocuğa kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde, ufuk ve düşünce boyutu açacak yaklaşımlar sergilenmelidir. Örneğin: "Allah'ı görmemiz mümkün değil... Nasıl mı? Örneğin bana «hava»yı gösterir misin? Gösteremezsin... Çünkü gözlerimiz her şeyi göremiyor... Göremiyoruz, ama havanın varlığını her an her yerde hissediyoruz.
İşte bunun gibi, Allah'ın varlığını, her an her yerde hissediyoruz... Çiçekleri yaratışından hissediyoruz ki, hemen yakınımızda... Kuşları yaratışından hissediyoruz ki, bizimle beraber... O her an, her yerde... Nefes alırken, uyurken, uyanıkken, hep bizimle..." çerçevesinde bir yaklaşım sergilenmelidir.

c) 15-21 yaşları arasındaki gençlerde
İşte bu yaş grubundaki gençlere, bu yazının başında ifade edilen (tasavvufî) açıklamalar yapılabilir.  Yani, "Allah kalbimizde... Eğer kendimizi ve kalbimizi keşfedebilirsek, O'nun bize şahdamarımızdan daha yakın olduğunu göreceğiz..." ya da, "O, kâinâtı her an kuşatmış hâli ile her an, her zerrenin hâkimi ve sahibi..." anlayışında bir iletişim içinde olunmalıdır.