Show posts

This section allows you to view all posts made by this member. Note that you can only see posts made in areas you currently have access to.

Messages - Ayla224

61
Öyküler / Patates İle Soğan
19 Ağustos , 2022, 00:05:25

PATATES İLE SOĞAN
Patates ile soğan mutfakta karşılaştılar.
Patates: " Vay, soğan, nasılsın? "
Soğan : " İyiyim patates, sen nasılsın? "
Patates: " Sağ ol, benden bir şey iste. "
Soğan : " Şuradan bir bıçak getir de soyayım seni. "
Patates: " Lütfen, beni soyma, yoksa çürürüm. "
Soğan: " Bir şey istedim olmadı. Şimdi sen benden bir şey iste. "
Patates: " Sen bir bıçak getir, ben seni soyayım. "
Soğan: " Emrin olur, al işte bıçağı getirdim. "
Patates: " Boş ver şimdi bıçağı, seni soymaktan vazgeçtim. Kokutacaksın yine ortalığı. 
Soğan: " Korkutacaksın yine herkesi demek istedin. Ben korkuluk muyum? "
Patates: " Korkuluklar cansız olur. Sen olsan olsan sorguluk olursun. "
Soğan: " Sorguluk mu? O da neyin nesi? "
Patates: " Sorguluk yani sorguya çeken. Hakim gibi. "
Soğan:" Teşekkür ederim. Düşüncemi okudun. Büyüyünce hakim olmak istiyordum. "
Patates: " Hakim mi? Zor olursun. Soğanlar için Hukuk Fakültesi yok ki. "
Soğan : " Ne Hukuk Fakültesi be. Öyle değil. Ben dünyaya hakim olmak istiyorum. Fikirlerimi dünyaya yaymak istiyorum. "
Patates: " Aynaya baktım seni gördüm. Fikirdaşız desene. "
Soğan: " Fikirdaşız ama arkadaş değiliz. "
Patates: " Oluruz canım, arkadaş da oluruz. Teklif benden gelmeli. Benimle arkadaş olur musun?
Soğan: " Olurum patates, olurum. "
Daha sonraki günlerde patates ile soğan arkadaşlıklarını devam ettirdiler. Bu arkadaşlık mutfakta sürüp gidemezdi. Zamanla mutfak onlara dar gelmeye başlamıştı. Madem fikirlerini dünyaya yaymak istiyordun önce mutfaktan kurtulmalıydın. Patates ile soğan bir gün mutfaktan kaçtılar. Biraz sonra şehrin dar sokaklarında koşmaya başladılar.
Patates: " Arkadaş, işte kurtulduk oradan, koşmak ne güzel. "
Soğan: " Koşalım, hiç durmadan, yorulmak nedir bilmeden koşalım. "
Patates: " Gün gelecek fikirlerimiz de böyle koşacak. "
Soğan: " Biz koştuğumuz sürece fikirlerimiz de koşacak desene. "

Aradan aylar geçtikçe patates ile soğan pek çok yer gezip dolaştılar. Tanıştıklarıyla fikir alışverişinde bulundular. Bazı fikirlerine karşı çıkılsa da, onlar bunu önemsemediler. Önemli olan diyorlardı, tarlaya bir tohum, yani beyne bir fikir atmak. Eğer fikir değerliyse, zaten o beyin o fikri kabul edip çoğaltacaktı, yeni fikir üretip geliştirecekti. Bu iş ne kadar zamanda olurdu, bakın onun orası belli olmazdı. Bir günde de olurdu, bir yılda da olurdu.   
Evrende dünya nokta kadarsa, dünyada canlılar nokta kadardır. Canlıların evrende ne kadar olduğunu düşünmek, bir bilinmezlik dışına atılman demektir. Eğer sen bir bilinmezlik dışına bilerek atılır, hamle yaparsan, kişisel sorunlarını aza indirmiş ve başkalarına faydalı olabilmeyi çoğaltmışsındır. Bu çoğalmalar ne kadar çoğalırsa, senin de fikirlerin o oranda çoğalır.
Zaman hiç durmadan, yorulmak nedir bilmeden akıp gider. Zaman hep vardır ve yine var olacaktır. Zaman geçerken yorulmaz ama yorar geçer. Canlıların doğması, büyümesi daha sonra  yaşlanması büyümenin durmasından, yorulmanın başlamasındandır. Sanatsal bir uğraş içine girmek, özde beynin dürtü oluşumudur. Bu uğraşın sevgi hamurunu yürek karar. İrade şemsiyesi, engel yağmurunu en az zararla atlatmanı sağlar. Başarı sana asla uzak değildir. Mutlaka bir gün gelir onunla kucaklaşırsın.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
62
Öyküler / Çamaşırcının Kızı Lolita
19 Ağustos , 2022, 00:04:10

ÇAMAŞIRCININ KIZI LOLİTA
Saraydaki çamaşırhanede çalışan çamaşırcı kadının genç ve güzel bir kızı vardı. Bu kızın adı Lolita idi. Lolita annesinin yanında çalışıyor, günlerini çamaşır yıkamakla geçiriyordu. Boş zamanlarında çamaşırhanenin penceresinden sarayın bahçesini seyreden Lolita, kralın kızları olan üç prensesi ve kralın oğlu prensi bahçede gördüğünde, onlara hayranlık dolu bakışlarla bakmaktan kendini alamıyordu. Prensesler ne kadar güzel elbiseler giyiyorlardı. Her gün bir başka elbise ve her elbisenin modeli değişik. Prensin ise, yakışıklılıkta üstüne yoktu. Lolita da bir prenses olmayı istiyordu, ama her an bunu düşünmesine karşın, şimdiye kadar kendisini bir prenses olarak görmek rüyasında bile mümkün olmamıştı.

Komşu ülkelerden birinin genç kralı, bu ülkeye yaptığı bir ziyaret sırasında onuruna düzenlenen ziyafette görüp beğendiği ve dans ettiği en büyük prensese, kendisiyle evlenmek istediğini söyleyince prenses, bu teklifi reddedemeyeceğini bildirdi ve babasıyla durumu görüşmesini rica etti. Bu görüşme olumlu sonuçlanınca sarayda yapılan nişan töreninde iki gencin nişan yüzükleri takıldı ve genç kral ülkesine geri döndü. Aradan bir ay geçmeden prensesin nişan yüzüğünü kaybettiği haberi duyuldu. Sarayda bulunanlar aradılar taradılar, köşe bucağa baktılar, sarayın bahçesini didik didik ettiler, fakat ne çare, günlerce süren bu arayış bir türlü sonuçlanamıyor, nişan yüzüğü bir türlü bulunamıyordu. Nişan yüzüğü sır olup uçmuştu sanki.

Nişan yüzüğünün kaybolduğu gün prenses için, olağan bir gündü. Sabah erkenden kalkmış, iki kız kardeşiyle birlikte saray bahçesinde gezinti yapmış, daha sonra bir banyo almış ve sabah kahvaltısı için yemek salonuna geçmişti. İşte prenses bu kahvaltı sırasında nişan yüzüğünün parmağında olmadığını fark etmişti. Acaba nişan yüzüğü elbisesinin ceplerinde olabilir miydi? Olabilirdi. Etrafındakilere hissettirmeden sağ ve sol cebini kontrol eden prenses nişan yüzüğünün ceplerinde olmadığını görünce telaşa kapılmamış ve herhalde yüzüğü odamda unuttum diye düşünerek kahvaltının sona ermesini beklemişti. Kahvaltıdan sonra acele olarak odasına çıkan prenses çok aramasına karşın, yüzüğü bulamayınca durumu kabul etmek zorunda kalmış ve krala giderek yüzüğün kaybolduğunu söylemişti.

Çamaşırcı kız Lolita aradan günler geçmesine karşın yüzüğün bulunamamasına üzülüyordu. Her geçen gün üzüntüsü biraz daha artıyordu, çünkü düğün günü giderek yaklaşıyordu. Güzel prensesin nişanlısı genç kral geldiğinde müstakbel eşinin parmağında nişan yüzüğünün olmadığını görünce ne olacaktı? Ya bir de genç kral bunu hakaret olarak kabul eder de evlenmekten vazgeçerse, koca bir ülkenin itibarı on paralık olmaz mıydı? " Ah, keşke yüzük bulunuverse de iki genç evlenip mesut olsalar " diye düşündü Lolita. " Sarayda yapılacak düğüne katılmak benim hayallerimin bile ötesinde ama sevgili prensesi düğünün ertesi günü saray bahçesinden geçerken gelinliğiyle bir defa görürüm ya bu da bana yeter. "

Bir gün Lolita çamaşırhanedeki odasında saraydan gelen elbiseler arasından kendisine uygun bir elbise seçmekle meşguldü. Seçeceği elbisenin bazı yerlerini söküp, bazı yerlerinde değişiklikler yaparak giyebileceği biçimde tekrar dikecekti. Prenseslerin bir gün giyip bir daha giymedikleri yepyeni elbiseleri gözden geçirirken, elbiselerden birinin astarı içinde küçük, yuvarlak bir cisim eline temas etti. Lolita elbisenin astarını söktü. Astardan çıkan şeye dikkatlice baktığında bunun bir yüzük olduğunu gördü. Acaba bu prensesin kayıp yüzüğü olabilir miydi? Tabii ya neden olmasın, prenses yüzüğü kaybettiği gün belki on defa üstündeki bu beyaz elbiseyle sarayın bahçesine çıkıp yüzüğü aramıştı. Elbisenin bir cebi delikti zaten. Lolita sevinç içinde odasından çıktı ve hızlı adımlarla saraya doğru yürüdü.

Nişan yüzüğünün bulunmasıyla birlikte herkesin yüzü gülmeye başladı. En çok yüzü gülenlerden biri olan Lolita, kralın düğüne katılabileceğini söylemesi üzerine tarifsiz bir heyecana kapıldı ve çok mutlu oldu. Sarayda yapılan düğün törenine özel olarak hazırlanmış elbiseyle katılan Lolita güzelliğiyle göz kamaştırıyordu. Prens, Lolita'nın yanından ayrılmıyor, onu dansa kaldırıyor, övgü dolu sözler söylüyordu. Davetliler ise,  prens ile Lolita'nın birbirlerine çok yakıştıklarını konuşuyorlardı. Ertesi gün genç kral eşi ile birlikte ülkesine gittikten sonra, davetliler de birer ikişer ülkelerine geri döndüler. Tabii ki Lolita da çamaşırhaneye geri döndü. Aradan birkaç ay geçmişti ki annesi Lolita'nın yanına gelerek saray bahçıvanının onu oğluna istediğini söyledi. Lolita annesi ile bir süre konuştuktan sonra bahçıvanın oğluyla evlenmeye razı oldu. Lolita ile bahçıvanın oğlu çamaşırhanede yapılan mütevazi bir düğünle evlendiler ve mutlu  oldular.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

63
Öyküler / Fatoş'un Bebeği
19 Ağustos , 2022, 00:02:22

FATOŞ'UN BEBEĞİ
Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde,
Fatoş: " Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum " dedi. " Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim. O çok şirin, çok tatlı bir bebek. O bebek mutlaka benim olmalı. Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi anneciğim?.."
Bunun üzerine annesi:  " Tabii kızım." dedi." Sen yeter ki, sınıfını geç. Karneni aldığın gün, o bebeği sana alacağım."
Biraz sonra Fatoş' la annesi mağazanın vitrini önünde durdular. Fatoş, ilk anda vitrindeki bebeği gördü. İşte oradaydı, aynı yerde.' Nasılsın Ülkü? 'diyerek bebeğin hatırını sormak ihtiyacını hissetti düşüncesinde. ' İyi misin Ülkü?  Merak etme güzel bebek, pek yakında birbirimize kavuşacağız. Ben, seni çok seviyorum ve inanıyorum ki, sen de, beni çok seveceksin. Bu nasıl olacak diye sorma bana güzel bebek çünkü ben sana her zaman iyi davranacağım, seninle güzel güzel konuşacağım, sana tatlı sözler söyleyeceğim, senin kalbini  kırmayacağım. ' Annesinin " Fatoş.." demesiyle düşüncelerinden sıyrıldı, Fatoş. " Haydi kızım, gidelim artık. Sonra geç kalacağız ama. "
Fatoş: " Tamam anneciğim, özür dilerim " dedi. " Bir an daldım!.." Daha sonra Fatoş, annesinin elinden tutarak, yürüdü.

Aradan günler geçti, ders yılı sonu geldi ve Fatoş karnesini alarak 3. sınıfa geçti. Aynı gün annesi Fatoş' u oyuncak satan mağazaya götürdü ve bebeği satın alarak kızına verdi. Fatoş, bu güzel armağan için annesine teşekkür etmeyi unutmadı. Fatoş, bir süre evde bebeğiyle oynadıktan sonra, sokağa çıktı. Fatoş' u gören Burcu, onun yanına gelerek, " Fatoş, bu bebeği yeni mi aldınız? " diye sordu.
Fatoş: " Evet Burcu.." dedi. " Sınıfımı geçtiğim için, annem bana bu bebeği aldı. Ne kadar sevindim bilemezsin. Çok şirin bir bebek değil mi? Adını ben koydum. Adı Ülkü..."
" Adı da kendi gibi güzelmiş bebeğinin. " dedi Burcu. " Ülkü' yü sevmeme izin verir misin? "
" Tabii olur Burcu, al sev Ülkü' yü " dedi Fatoş ve bebeği arkadaşına verdi. Daha sonra Fatoş, sınıf arkadaşı olan Burcu' ya, sınıfını geçti diye bir armağan alınıp alınmadığını sordu. Burcu da, nasıl bir armağan istemesi gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi. Bunun üzerine Fatoş, Ülkü' yü satın aldıkları mağazanın vitrininde çok güzel bir bebeğin daha olduğunu, yarın annesiyle gidip o bebeği görebileceğini, eğer beğenirse, bebeği satın alabileceklerini ve birlikte evcilik oynayabileceklerini anlattı. Fatoş' un fikrini olumlu bulan Burcu, bu konuyu akşam yemeğinden sonra anne ve babasına açacağını söyledi.
Vakit gece yarısını geçeli biraz olmuştu ki, Fatoş'un bebeği ayağa kalktı. Baktı Fatoş derin uykuda. Odadan çıktı. Bu iş buraya kadardı. Daha fazla dayanamayacaktı. Ne güzel mağazanın vitrininde diğer bebekle sohbet ediyordu. Ya şimdi ne vardı? Konuşacak kim vardı? Yapayalnız, sessiz sessiz, bekle dur. Olacak şey miydi bu? Konuşmadan öylece beklemekten bıkmıştı. Doğruca mağazaya gidecek ve arkadaşına kavuşacaktı. Koridordan geçtikten sonra sokak kapısını açtı. Kapıyı kapatıp yola çıktı. Issız ve yarı karanlık yolda hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ancak sabaha karşı mağazanın vitrini önüne gelen Fatoş'un bebeği, arkadaşının yerinde yeller estiğini görünce olduğu yere çöküverdi. Arkadaşı vitrinde yoktu, demek ki, satılmıştı, alan da kim bilir kimdi?
Fatoş'un bebeği bir süre mağazanın vitrini önünde çaresizlik içinde kalakaldıktan sonra, toparlandı ve gerisin geriye dönerek, Fatoşların evine doğru yürümeye başladı. Evin önüne geldiğinde, öğle üzeri olmuştu. Sokak kapısı kapalıydı. Kapının önündeki çöp bidonunun arkasına saklanıp, beklemeye başladı. Aradan on beş-yirmi dakika geçmişti ki, karşıdaki evin sokak kapısı açıldı ve Burcu dışarı çıktı. Burcu' nun kucağındaki bebeği hemen tanıdı. Çok sevindi o anda. Vitrindeki arkadaşını, demek ki, Burcu almıştı. Burcu gelerek kapının zilini çaldı. Kapıyı Fatoş açtı. Fatoş' la Burcu konuşurken, aralık kalan sokak kapısından içeri süzüldü. Fatoş' un onu gece yatmadan önce bıraktığı koltuğun altına uzandı. Biraz sonra Burcu evine gidince, Fatoş odasına geldi, bir iki yere baktıktan sonra, bebeği koltuğun altında buldu. Bebeği kucağına alan Fatoş, mutfakta yemek hazırlamakta olan annesinin yanına koştu.
Evlerinde akşam yemeği yendikten sonra, Burcu, anne ve babasına durumu anlatmış, onlar da, " İstersen şimdi gidip bebeği alalım, hem de gezmiş oluruz. " demişler ve vitrindeki diğer bebeği Burcu' ya almışlar. Öğle yemeğinden sonra Fatoş ile Burcu evcilik oynamaya başladılar. Fatoş'un bebeği Ülkü ile Burcu'nun bebeği Arzu nihayet bir araya gelmişti. Topu topu bir gün ayrı kalmışlardı, fakat anlatacak o kadar çok şey vardı ki.  Şimdilik sadece bakışmakla yetineceklerdi, konuşmak için fırsat nasıl olsa bulurlardı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
Fatoş'un Bebeği - Serdar Yıldırım - Sıradışı Yayıncılık - Yayın Yılı: 2011 - 16 sayfa
Öykülerle Değerler Kazanıyorum - Karaca Yayınları  Sayfa: 31-58


64
Öyküler / Horozun Fendi Tilkiyi Yendi
19 Ağustos , 2022, 00:00:22

HOROZUN FENDİ TİLKİYİ YENDİ
Tilki, birkaç gündür çiftliğin etrafında fırıldak gibi dönüyordu. Bakışlarındaki bütün dikkat çiftlik evinin yan tarafındaki tavuk kümesinde toplanmıştı. " Ah " diyordu, " Ah, şu semiz tavuklardan birisini, ikisini yakalasaydım da çıtır çıtır yiyiverseydim, ne olurdu sanki? Karnım doyardı, sonra da güzel bir uyku çeker yarına kadar yiyecek derdim olmazdı " diye düşünürken çiftlik sahibinin kümesin önündeki kuyudan su çekmeye gittiğini gördü. Kaşlarını çattı. Yüksek sesle:  " Fakat bunlar rahat bırakmazlar ki, adam, karısı, oğlu, kızı sabah gün doğarken kalkarlar, bütün gün çiftliğin avlusunda oraya buraya koşuştururlar. Ne zamana kadar? Ta akşam oluncaya kadar. Peki akşam olunca bunlar yatar uyurlar da meydan bana mı kalır? Yooo... Gecelerin hakimi Popsi'dir. Benim gibi üç tanesini bir araya getirsen ancak bir Popsi eder. İriyarı, kalıplı bir köpektir kendisi. Geceleri  ayrılmaz kümesin önünden. Bazı geceler yere yatar, uyur gibi yapar. Bilirim ben onun iki gözü açık uyuyanlardan olduğunu. Geceleri değil kümese girmek, çiftliğin avlusuna adım atmayı kendime teklif bile edemedim " diyerek sitem etti.

Ertesi gün tilki sevinçten neredeyse kanatlanıp uçacaktı. Çiftlik sahipleri öğle vaktine doğru temiz elbiselerini giymişler, arabalarına binip şehre misafirliğe gitmişlerdi. Belli ki birkaç günden önce dönmeyeceklerdi. İkindi zamanı olmuştu. Popsi sıcak havanın etkisiyle gevşemeye başladı. Zaten bütün gece uyumamıştı. Göz kapakları ağırlaşmıştı. Gezerken dalıyordu. Birkaç kere neredeyse yere düşecekti. Sonunda dayanamadı, gitti, kulübesinde uyumaya başladı.  Tilki Popsi'nin haline güldü.  Sessizce çiftliğin avlusuna süzüldü. Kümesin yanına sokuldu. İçeride tavuklar yem yiyorlardı. Kapının sürgüsünü çekti. En yakınında duran tavuğu kaptığıyla, kümesin kapısını kapatıp ormana doğru kaçması bir oldu. Kümeste bulunanlardan hiçbirisi bu durumun farkına varmadı. Tilki geceyi ormandaki bir ağaç kovuğunda geçirdi. Ertesi gün yine ikindi vakitleri Popsi kulübesinde uyurken kümese geldi. Aynı şekilde kapının sürgüsünü çekti, en yakınında duran tavuklardan birini yakaladı, kapıyı kapatıp ormana doğru koşarak uzaklaştı.

Kümeste bir horoz vardı. Adı " Kırmızı " idi. Geriye kalanlar  tavuktu. Tilki kümese dadanmadan önce on dört tane tavuk vardı. Kırmızı o sırada kümesin köşesinde tahtadan yapılmış tünekte oturmuş, pencereden dışarısını seyrediyordu. Tilkinin kümese girip tavuklardan birini kapıp götürmesine film seyreder gibi bakakaldı. Kendisini çarçabuk toparladı. Aniden tünek penceresinden kümesin ortasına doğru uçtu. Avazı çıktığı kadar " ü-ü-rüü-üüüü " diyerek ötmeye başladı. Amacı, Popsi'yi uyandırıp tilkiyi yakalamasını sağlamaktı. Belki tilkinin götürdüğü tavuk kurtarılabilirdi. Durumu kümesteki tavuklara anlatıp, tavukların "gıt gıt gıdak, gıt gıt gıdak" diye bağırmalarını sağladı. Aradan dakikalar geçtiği halde Popsi yardıma koşmadı.

Saatler sonra Popsi uyandı. Ağır ağır gerindi. Kulübesinden dışarı çıktı. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. " Ne güzel uyumuşum!  Şöyle bir çıkıp dolaşayım " dedi kendi kendine. Tam kümesin önünden geçerken duyduğu sesle irkildi. Birisi onu çağırıyordu. Kümese doğru yaklaştı. Seslenen horoz Kırmızı idi:  " Popsi nerelerdesin? Sen gündüz uyurken tilki geldi. Kümesin kapısını açıp bir tavuk kaptı, kapıyı kapatıp kaçtı. Seni uyandırmak için hepimiz bağırdık. Fakat sen koşup gelmedin. Ayrıca bir tavuk daha kayıp. Çiftlik sahiplerinin gitmelerini fırsat bildi bu tilki, iki günde iki tavuk çaldı. "

Popsi kulaklarına inanamadı. Tilkinin kendisini önemsememesi canını sıkmıştı. Gözlerini iri iri açarak: " Vay be!  Bu ne cesaret! O tilkiyi bir yakalarsam dünyasını karartırım.. Ne sanıyor ya bu tilki kendisini " diye bağırdı.  Kırmızı, Popsi'ye susmasını işaret ederek: " İş işten geçtikten sonra sinirlenmenin ne anlamı var? Bir plan hazırladım. Şimdi beni iyi dinle " dedi.  Planı dinleyen Popsi gece nöbetine devam etti. İki gündür olduğu gibi ikindi vaktine doğru ayakta uyuklamaya başladı. Kulübesine girdi. Kapısını kapattı. Uyumak için kulübeye girmemişti. Plan gereği, kulübesinin arka tarafındaki tahtalardan birinin çivilerini geceden sökmüştü. Tahtayı yerinden alıp sessizce dışarı çıktı. Çiftlik evinin arkasından öbür yandaki kümesin arkasına geldi. Kırmızı ve tavuklar  gece boş durmamışlar, kümesin köşesindeki tüneğin tahtalarını aralayıp, Popsi'nin geçebileceği kadar bir yer açmışlardı. Popsi buradan tüneğe girdi. Tahtaları  eski durumuna getirdi. Tünek kapısının arkasında yere yattı. Tavuklar,  tünekteydiler. Sadece Kırmızı kümesin ortasında dolaşıyordu.

Tilki Popsi'nin kulübesine girmesinden sonra  yarım saat bekledi. Popsi'nin uyuduğuna kanaat getirdi. Çiftliğin avlusuna girdi. Kümesin önündeki kuyunun duvarı arkasına saklandı. Etrafı dinledi. Her şey yolundaydı. Kuyunun duvarı üstünden başını kaldırdı. Kümese doğru baktı. Horozdan başka kimseyi göremedi. " Tavuklar tünekte uyukluyorlar olsa gerek " diye düşündü. "Yaşasın! Bugün de horoz eti yiyeceğim " dedi kendi kendine. Bulunduğu yerden ayrıldı. Parmaklarının ucuna basarak kümese doğru yaklaştı.

Kırmızı tilkiyi kuyunun arkasına saklanırken görmüş ve Popsi'yi haberdar etmişti. Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi kafası yerde yem yiyor gözüküyordu. Aslında tilkiyi göz hapsine almış, tilkinin her hareketini kontrol ediyordu. Tilki kümes kapısının sürgüsünü çekti. Hızla kırmızının üstüne yürüdü. Tam kırmızıyı tutmak için eğildiği anda sağ gözünde bir şimşek çaktı. Kırmızının tek ayağı üstünde dönerek vurduğu kanat tokadı tilkinin gözüne gelmişti. Tilki neye uğradığını şaşırdı. Bu sırada Popsi saklandığı yerden yay gibi boşandı. Kümesin kapısını kapattı. Kapıya kilidi taktı. Anahtarı kümesten dışarıya attı. Kendisi için  kaçış yolu kalmayan tilki gerilemeye başladı. Yalvarmak faydasızdı. Kendini savunmaya karar verdi. Popsi ile tilki hırsla birbirlerine girdiler. Popsi tilkiye göre, çok iriydi ve çok güçlüydü. Sonunda tilki Popsi'nin vurduğu yumruklarla pestile döndü. Yere yığıldı, kendinden geçti. Popsi'nin  tilkinin üstüne atılmaya hazırlandığını gören Kırmızı Popsi'nin önüne geçti:  " Dur bakalım!. Bu kadar ders ona yeter. Kümese girdiğin yerden dışarıya çık, anahtarı bul, kapıyı aç. Yaptığım planın dışına çıkmamak gerek. "  Daha sonra Kırmızı ile Popsi, tilkiyi gö türüp ormana bıraktılar. Tilki ancak iki gün sonra gece yarısı kendine gelebildi. Yüzü, gözü çürük içindeydi. Her yanı ağrıyordu, arka ayakları tutmuyordu. " Ölmemişim buna da şükür " dedi içinden. Tilki vücudunda sağlam kalan ne varsa hepsini toplayıp sürüklenerek ormanın içlerine doğru uzaklaştı, karanlıklarda kayboldu.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
65
ŞARKICI BÜLBÜL - SESLİ MASAL - TRT RADYO MASAL KUTUSU PROGRAMI
Yazan: Serdar Yıldırım
Sunucu: Oya Deniz Çongar
https://youtu.be/BsB-5ZlG2uI
66
KONUŞAN LEYLEK - TRT RADYO MASAL KUTUSU PROGRAMI
Yazan: Serdar Yıldırım
Sunucu: Oya Deniz Çongar
https://youtu.be/QhtiGWKNqA0
67
Fıkralar / Kavuklu İle Pişekar: Haraç
23 Temmuz , 2022, 17:37:58

KAVUKLU İLE PİŞEKAR:   HARAÇ
Pişekar:  Ne o kavuklu, neden öyle kavuğun elinde geziyorsun?
Kavuklu: Adam benden bin kat çirkin, bana tipsiz diyor.
Pişekar:  Yapma ya! Kim sana tipsiz diyor?
Kavuklu: Karşı sokakta oturan sırık boylu. Adı Adem midir, nedir?
Pişekar:  Şu herkese kabaran. Alamadın mı paçasını aşağı?
Kavuklu: Almasına alırdım ama yanında iri kıyım iki adam vardı.
Pişekar:  Ne olmuş yani dal aralarına bir ona, bir buna çak, düşür. Sonra yapış Adem'in yakasına. Nerede kalmıştık de.
Kavuklu: O iş o kadar kolay mı? Bana akıl verene bak! Geçen gün çıkmaz sokakta seni gördüm. Diz çökmüştün. Tepende 12-13 yaşlarında iki çocuk, sana abicim dedirtiyorlardı.
Pişekar:  Şu iki kara çocuk.. Aniden önüme çıktılar. Birinin elinde çakı vardı. Diz çök dediler. Çöktüm. Abicim de dediler. Dedim. Babaları gelir diye yani.
Kavuklu: Çocukların elinde çakı yoktu. Korkak seni. Babaları gelirmiş? Bu olayı kahvede anlatsam sokağa çıkamazsın.
Pişekar:  Aman Kavuklu, etme eyleme. Sus payı olarak ne istersin?
Kavuklu: Şimdilik at bir beşlik. Bir hafta sonra bunun iki mislini isterim.
Pişekar:  Al işte beşlik. Bir hafta sonraki yedi buçuk olsaydı.
Kavuklu: Pazarlık yok.
Pişekar:  Tamam dediğin olsun.
Kavuklu beşliği alır gider. Pişekar arkasından söylenir: " Çocuklar gibi bu da beni haraca bağladı. Yine de Kavuklu insaflıymış. Çocuklar, onluk aldılar. Haftaya dört katı dediler. "

-------------------------------------------------------------
KAVUKLU İLE PİŞEKAR: HEKİM
Kavuklu: Dün hekime gittim.
Pişekar: Sonra ne oldu?
Kavuklu: Baktı, etti.
Pişekar: İlaç verdi mi?
Kavuklu: Vermedi.
Pişekar: Demek ki bir derdin yokmuş.
Kavuklu: Bir derdim yok, iki derdim var.
Pişekar: İki derdin mi? Senin ne derdin var ki?
Kavuklu: Tarla, bahçe, inek, öküz.
Pişekar: İki dediydin. Dert dörtmüş.
Kavuklu: Yok iki. İnek tarlaya, öküz bahçeye girmiş.
Pişekar: Devam et.
Kavuklu: Bulduğunu yemiş, zarar vermişler.
Pişekar: Kimin davarı bunlar?
Kavuklu: Muhtarın.
Pişekar: Muhtarla konuşsaydın, zararı öderdi.
Kavuklu: Konuştum, zararı öderim, dedi.
Pişekar: Tamam işte.
Kavuklu: Yarısını peşin verdi, yarısı yarın, dedi.
Pişekar: Helal be muhtar!
Kavuklu: Yarın oldu, yarısını daha verdi.
Pişekar: Yani çeyrek kaldı.
Kavuklu: Kalan iki gün sonra, dedi. Dün süre doldu.
Pişekar: Süre dolmuşsa ne olmuş? İki gün daha bekle.
Kavuklu: Ama süre dolmuştu. Sözünü tutmadı.
Pişekar: Canım eli sıkışıktır. Para bulunca öder.
Kavuklu: Ben de kızdım, hekime gittim.
Pişekar: Hekime değil, hakime gidecektin. Sorun çözülürdü.

---------------------------------------------------------
KAVUKLU İLE PİŞEKAR: FAKİRLİK BAŞA BELA
Pişekar: Gel bakalım Kavuklu, azıcık  laflayalım.
Kavuklu: Çıktım söğüt dalına, atladım aşağıya.
Pişekar: Amma yaptın ha! Madem aşağıya inecektin, söğüt dalına niye çıktın?
Kavuklu: Canım istedi. Hayatta istediğimi keşke yapabilseydim.
Pişekar: Canının isteyip de yapamadığın neler var?
Kavuklu: Neler yok ki? Fakir doğdum, fakir gidiyorum. Otuz dört yaşındayım. Bir kesere sap olamadım.
Pişekar: Derdimi deştin Kavuklu. Seninki de bir şey mi? Bak ben elli yedi yaşındayım, değil keser, bir çakıya sap olamadım.
Kavuklu: Ama her programdan sonra seyirciler bana, şu Pişekar, ne eğiliyor ne bükülüyor. Tava sapı gibi mübarek, diyorlar.
Pişekar: Çorbayı karıştır, seyirciyi karıştırma. Doğru dedin, fakir gelen, fakir gider. Ben az gördüm, fakir gelip zengin gideni.
Kavuklu: Zengin çocuğu olsaydım böyle olmazdı. Köşklerde, yalılarda yaşar, hamama salı günü giderdim.
Pişekar:  Neden salı? Çarşamba günü hamama git.
Kavuklu: Çarşamba Samsun'da. Bir hamam için, oraya gitmem.
Pişekar: Hamama ister çarşamba da, ister perşembe de git. Başka neler yapardın?
Kavuklu: Bahçedeki erik ağacının altına yatar, erik piş, ağzıma düş derdim.
Pişekar: Kiraz da pişer, armut da pişer. Sen bu kafayla kısa sürede zengin olursun.
Kavuklu: Ben şimdi zengin mi oldum?
Pişekar: Tabi ya zengin oldun.
 Kavuklu: Ama cepte beş kuruş yok.
Pişekar: Zamanla o da olur. En azından zenginliği hayal ediyorsun. Benim hayal gücüm sıfır. Zenginlik bana uzak geçer.

------------------------------------------------------------
KAVUKLU HİKAYE YAZIYOR
Pişekar: Vay Kavuklu, garanti hikaye yazıyorsundur.
Kavuklu: Üstüne bastın, kaldır ayağını.
Pişekar: Sağı mı, solu mu?
Kavuklu: İkisini de.
Pişekar: O zaman yere düşerim.
Kavuklu: Tamam işte, ben de senin yere düşmeni istiyorum.
Pişekar: Yazıyorsun, yazıyorsun da ne kazanıyorsun? Beş kuruş veren mi var? Sal ipin ucunu gitsin.
Kavuklu: Bilmem kaç yıl önce hikaye yazmaya başlarken, para diye bir şey aklımın ortasından geçmedi.
Pişekar: Onu bin kere söyledin ama istemez misin şimdi sana bu hikayeler için, çuvalla para versinler. Bak istemem deme bir küserim bir daha konuşmam.
Kavuklu: Bende yalan yok. Doğru oturur, doğru konuşurum. Kazandığım az bir para ne sana yeter, ne bana yeter. Şu hikayeleri satın  alan olsa pek sevinirim. Benim hikayeleri kitabına alana, bundan para kazananlara kırgınım. Konuştuklarım oldu: Bak kitap basmışsın. Şu hikayeler benim eserim. Hikayelerim lokomotif olmuş, yedi baskı yapmışsın. Ben zor geçiniyorum. Bu durum beni üzüyor. Bana da bir şeyler ver. Ben sana hiç yayınlanmamış hikayelerimden gönderirim, dedim. Sana para yok Kavuklu, sen git dağ başında ulu,  dediler.
Pişekar: Hazıra konuyor, uyanık. Sıkıntısını sen çekiyorsun, kaymağını o yiyor. Çaresi yok mu bu işin?
Kavuklu: Çaresi yok. Ben hikaye yazarım, onlar paraya döndürürler.
Pişekar: Halktan yardım istesek. Bakın Kavuklu geçim zorluğu çekiyor, biraz yardım desek. Bağış kampanyası düzenlesek.
Kavuklu: Benimle eğlenme Pişekar. İnsanlar, hikayelerimi çok beğeniyor, alkışlıyor ama para, bir yardım deyince,  bizden sana bir kuruş yok Kavuklu diyorlar.
Pişekar: Yapma ya, denedin mi bunu?
Kavuklu: Tabi denedim. Hikayelerimden okudum. Güzel dediler, övdüler. Geçinemiyorum,  dedim, para, yardım, dedim. Kuruş veren olmadı.
Pişekar: Sanatkara bu yapılır mı? Üç beş kuruş verseler servetleri mi eksilecek?
Kavuklu: Sayın Pişekar Efendi, sen zenginsin. Eve ekmek götürmem gerek. Bir ekmek parası verebilir misin? Borç olarak. Gün gelir öderim.
Pişekar: Ben dilencileri sevmem bilirsin. Sana borç verirdim ama bozuk yok, der ve yürüyüp gider. Pişekar'ın arkasından bakakalan Kavuklu'nun gözleri dolar. Daha sonra gözyaşlarını silen Kavuklu ekmek alamadan evinin yolunu tutar.

------------------------------------------------------------
KAVUKLU İLE PİŞEKAR:  HAMAM
Pişekar: Söyle bakalım Kavuklu, gölgeden mi yoksa güneşten mi yürürsün?
Kavuklu: Yazın gölgeden, kışın güneşten yürürüm.
Pişekar: Ya baharda nasıl yürürsün?
Kavuklu: Şemsiye elimde yürürüm.
Pişekar: Evden çıkarken baktın ortalık günlük, güneşlik. Şemsiyeyi almadan çıktın. Yolda yağmura yakalandın. Ne yaparsın?
Kavuklu: Hemen bir evin saçak altına sığınırım.
Pişekar: Oralarda ev yok. İki tarafın çayır, çimen.
Kavuklu: Bir ağaç altına saklanırım.
Pişekar: Görünürde hiç ağaç yok.
Kavuklu: Pişekar, sen benim ıslanmamı istiyorsun. O zaman çayırın orta yerine otururum. Cebimden çıkardığım sabunla bir güzel yıkanırım. Böylece bu haftaki hamam işini aradan çıkarırım. Oldu mu? Hoşuna gitti mi?
Pişekar: Bir de keselenseydin, bir ay hamama gitmesen de olurdu.

--------------------------------------------------------------
KAVUKLU İLE PİŞEKAR: BAYRAM
Pişekar:  Kavuklu, bugün bayram. Öp bakalım elimi.
Kavuklu: Bayram ama neden elini öpeyim?
Pişekar:  Öp haydi, çekinme. Al şu beşliği güle güle harca.
Kavuklu: Parayı cebine sok. İstemem senin paranı. Elini de öpmem.
Pişekar:  Amma naza çektin be Kavuklu. Para az geldi galiba. Beşin yanına beş ekledim etti on. Öp elimi al onluğu.
Kavuklu: Elli de versen o iş olmaz. Senin önünde eğilmem. Ne demek bayrammış, el öpmekmiş? Egonu tatmin etmek için mi bana el öptürmeye çalışıyorsun? Gidiyorsun orada burada çocuklara el öptürmeye uğraşıyorsun. Yaşın büyük, boyun büyük ama aklın küçük.
Pişekar:  Sen istemedin diye ben el öptürmekten vazgeçmem.
Kavuklu: İstersen elini öptürmeye çalışma da tokalaşalım.
Pişekar:  Tamam tokalaşalım ama beş liranı alırım.
Kavuklu: Ne beş lirası, bende beş kuruş yok.
Pişekar:  O zaman tokalaşma da yok, bayramlaşma da yok.
Daha sonra Pişekar uzaklaşır gider.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım


68
Öyküler / Lepistes - Beta Ve Gromi' ye Karşı
23 Temmuz , 2022, 17:32:02

LEPİSTES - BETA VE GROMİYE KARŞI
Okan, on yaşında bir çocuktu. Süs balıklarına meraklıydı. Evlerinde bulunan akvaryumda pek çok türden süs balığı bulunuyordu. Bir gün Okan'ın eline süs balıklarıyla ilgili bir kitap geçti. Bu kitabın bir sayfasında gayet güzel bir balık dikkatini çekti. Balığın resmi altında Beta diye yazıyordu. Diğer süs balıklarına oranla biraz iriceydi. Beta kesinlikle akvaryumdaki balıkların arasına bırakılmaz, akvaryum kenarına tespit edilmiş, yarıya kadar su dolu küçük bir kavanoz içinde bekletilirmiş. Mümkünse ayrı bir akvaryuma konması daha iyi olurmuş. O akşam Okan, babasına, Beta'dan bahsetti, kitaptaki resmi gösterdi ve bir Beta'nın akvaryumlarına çok yakışacağını söyledi. Bunun üzerine babası hafta sonunda bir Beta alacağına dair Okan'a söz verdi. Beta'yı aldıktan sonra Okan akvaryumla daha çok ilgilenmeye başladı. Beta, tek başına kuzu gibi duruyordu. Okan da onu seyrediyordu. Akvaryumdaki balıklar kavanozdan uzak geçiyorlardı. Bakışları ürkütücüydü Beta'nın, duygusuzdu, nedensiz kin ve nefret doluydu.

Beta'nın alınışı bir ay olmuştu ki, Okanlar on beş günlüğüne yazlığa gittiler. Yazlığa gitmeden önce Okan, Beta'ya ve akvaryumdaki balıklara tatil yemlerinden birer tane verdi. Bu tatil yemleri onların on beş günlük besin ihtiyaçlarını karşılardı. Aradan birkaç gün geçince Beta huysuzlaşmaya başladı. Son derece sinirli hareketler yapıyordu. Giderek bu sinirli hareketler sıçrama şeklini aldı. Kavanozdan akvaryuma geçmek istiyordu. Akvaryumdaki balıklar Beta'nın niyetini anlamışlar ve toplu olarak uzak bir köşeye sinmişlerdi. Beta bu tarafa geçerse korkunç son kaçınılmazdı. Birini bile sağ bırakmazdı Beta, can korkusuydu bunun adı.

Nihayet beşinci gün Beta amacına ulaştı. Kavanozdan bir sıçrayışta akvaryuma geçti. Beta'nın üzerlerine doğru geldiğini gören balıklar çil yavrusu gibi dağıldılar. Birkaç saniye içinde dört beş balığı hakladı Beta, birkaç dakika sonra otuzdan fazla balık, yarı parçalanmış halde, akvaryumun dibinde cansız yatıyordu. Ertesi gün Beta, zafer kazanmış bir kumandan edasıyla göğsünü germiş, gururla yüzüyordu akvaryumda. O, bütün gece gözünü kırpmamış, son kalan birkaç balığı saklandıkları yerden çıkararak parça parça etmişti. ' Oh be, şimdi rahatladım...' diye düşündü Beta. ' Balık malık kalmadı akvaryumda. Onlar yok artık, ben varım, sadece ben...'
Beta, aniden düşünmeyi bıraktı. Hızla geriye döndü. Minicik bir su kabarcığının akvaryumun yüzeyine doğru yükseldiğini gördü. Az önce duyduğu ses buydu demek. Beta akvaryumun dibindeki küçük bir kayanın kovuğuna bir gözünü yanaştırdı. İşte o zaman akvaryumda yalnız olmadığını gördü. Kovukta bir lepistes vardı ve ona bakıyordu: " Çık oradan dışarı.." diye bağırdı Beta. " Çık dedim sana oradan, çık dışarı kozumuzu paylaşalım.."

Lepistes:  " Ben şimdi buradayım ve sen istiyorsun diye dışarı çıkacak değilim. Yani senin demenle ben dışarı çıkmam. Kozumuzu paylaşalım diyorsun, ne kozuymuş bu? 
" Çık dışarı kapışalım. Kim güçlüyse o galip gelir. "
" Ya ben seninle kapışmak istemiyorsam, zorlayabilir misin beni buna?.. "
" Pekala da zorlarım. Bir bakıma mecbursun. "
" Mecbur muyum? Peki neden? "
" Çünkü ben öyle istiyorum. Nerede karşıma bir balık çıksa saldırırım. Ne yapayım, böyle yaratılmışım ben. "
" Böyle yaratılmış? Daha neler? Bana bak Beta, sen kalbinin sesine değil, aklının sesine kulak ver. O, dürtsün dursun seni, git saldır, git parçala diye. Sen hayır de, karşı çık. O, yine rahat bırakmayacaktır seni. Bu kez de saldırıver, parçalayıver, bir tanecikten ne çıkar diyecektir. Çok şey çıkar Beta, çok şey çıkar. Bir iki derken, tekrar onun her dediğini yapmaya başlarsın, onun oyuncağı olursun, o da seni kurar durur. "

" Kalbimdeki o dediğin nedir? Kalbime nasıl girmiş? "
" Bak Beta, kalbi olan her canlı dünyaya gelirken kalbinde iki şey bulundurur. Bunlardan biri iyiliği, diğeri kötülüğü emreder. Sen iyi sözler söyler, iyi davranışlar gösterirsen, iyi tarafın artı puan kazanır, gelişir, kötü tarafın ( yani o ) eksi puan alır, küçülür. Hep iyi olursan, kötülük nedir bilmezsen, kalbin iyiliklerle dolar, iyi kalpli, temiz kalpli olursun. Kalbin beyazlaşır, düşündüklerin berraklaşır. "
" Kalp beyazlaştı diyelim, bu durumda o yok mu oldu? "
" Hayır Beta, o hiçbir zaman yok olmaz. Onu kalpten söküp atmak mümkün değildir. Sadece çok küçülmüştür ve bir büyük beyazlığın kenarında bir küçük kara leke olarak varlığını sürdürür. Devamlı olarak hareket halindedir. Dürter seni, yalvarır. ' Ne olur şu kadarcık sözden bir şey olmaz, söyleyiver efendi..' der. İyi taraf karşı çıksa ' Hayır efendi, söyleme. Karşındakiyle alay etmiş olursun. Alay etmek büyük günahtır. Büyük günahların affı yoktur. ' diyerek, o hemen araya girer. ' Efendiciğim, söyleyiver olsun bitsin, deyiver, hadi söyleyiver. 'Eğer onun sesini duymamazlıktan gelir de, karşındakine kötü bir söz söylemezsen o sana küsmez, bir başka olayda seni yanlış yönlendirmek için fırsat kollar. Bir de devamlı olarak yanlış yapıp da yaptıkları yanlışları kabul etmeyenler, doğru olduğunu söyleyenler var. Bunlara tavsiyem şu olacak: Bilgiçlik taslamayın. Önce iyilik nedir, nasıl iyi olunur, iyi biri olmak için gerekenler nelerdir...bunları güzelce bir öğrenin sonra kendi davranışlarınızla kıyaslayın. "

Lepistes sözlerini tamamlayınca Beta sessizce oradan ayrıldı. Su seviyesinin orta kısmında akvaryumun bir başından, bir başına yüzmeye başladı.
" Lepistes iyi tarafın artı puanından söz etti, giderek, kalbin beyazlaştığından bahsetti. Lepistes iyi bir balıktı ve  iyilikleri anlattı yani kendini anlattı. Devamlı kötülük peşinde koşanların kalplerinin kararacağından, kapkara olacağından söz etmedi yani benden söz etmedi. Korktuğu için değil ama bir kötü sözü ağzına almaktan çekindi ve bana katil balık diyemedi. Lepistes konuşurken susan kalbimdeki o, şimdi bana devamlı olarak  ' Kovuktaki küçük balık bizden değil, dışarı çıkarsa, aman verme, gagala onu Beta, gagala.. ' deyip duruyor. Lepistes kovuktan çıksa, büyük bir ihtimalle, bu çağrıya dayanamazdım. Dur bakayım. Kalbinin sesine değil, aklının sesine kulak ver dediydi. Demek ki, benim kalbimde beyazlık yok,  iyi taraf kalmamış. Benim iyi bir balık olmam artık imkansız. O zaman bu akvaryumu lepistese bırakıp çekip gitmeliyim. Evet, çekip gitmeliyim."
Beta " Affet beni lepistes, affet beni..." diye bağırdıktan sonra akvaryumun dışına sıçradı.  Günler sonra Okanlar yazlıktan döndüler. Okan, akvaryumun yanına geldiğinde rengarenk, salına salına yüzen lepistesten başka canlı balık kalmadığını üzülerek gördü. Beta, yerde cansız yatıyordu.

Okan derin üzüntülerle kahrolduğunu hissetti. Dizlerinin üstüne çöktü, kafasını elleri arasına aldı ve bütün kuvvetiyle sıktı. Nasıl bu derece korkunç bir hata yapmıştı. Beta gibi öldürerek yaşayan bir balığı akvaryumun yanına koymuştu. Beta nasıl becerdiyse kavanozdan akvaryuma geçmiş ve balıkların hepsini parçalamıştı. " Hayır, hepsini değil, yanlış görmediysem sağ kalan bir lepistes var. Beta'ya karşı lepistes...Arada büyük güç farkı var. Üstelik Beta akvaryumun dışında? Neyse, ölü balıklar kokmuş ve zehirli gaz yayıyordur. Lepistes bari ölmesin, onu kurtaracağım."
Okan bunları düşündükten sonra ayağa kalktı. Aynı anda Okan'ın anne ve babası odaya girdi. Okan onlara durumu anlattıktan sonra su dolu bir kavanoza lepistesi koydu. Akvaryumu temizledikten sonra, su doldurup ilaçladı. Bir süre bekleyip lepistesi akvaryuma bıraktı. Lepistes sağa - sola bakındı ama  balık göremedi. Belli ki akvaryumda yalnız başına yaşayacaktı.

Aradan iki hafta geçti. Bir öğle vakti Okan elindeki su dolu torba içinde sürüyle balıkla odaya girdi. Lepistes yalnızlıktan kurtulacağı için sevindi. Günler birbiri ardına geçip giderken lepistes akvaryumdaki balıklarla güzel arkadaşlıklar kurdu. İyi olaylardan söz etmesi onun sevilmesine neden oldu. Bir gün lepistesin Beta'dan bahsetmesi ve onunla arasında geçenleri anlatması iyi olmadı. Balıklar arasında bir gromi balığı vardı ve bu hırçın balık lepistesin anlattıklarından hoşlanmamıştı.
Bir gün Okan ders çalışıyordu. Akvaryumdaki balıklar arasında Okan'ın ne yaptığına dair tartışma çıktı. Kılıç balığı, Okan'ın, kitaptaki harflere bakarak uyumaya çalıştığını, yazarken bir başka günün uyku programını hazırladığını, silerken uykusunu sildiğini söyledi. Japon balığı, Okan'ın kitaba bakarak boyunu uzattığını, yazarken kilo aldığını, silerken kilo verdiğini söyledi.

Lepistesin fikri ise şöyleydi: Okan kitaba bakarak öğreniyor, yazarken öğrendiklerini yazıyor, silerken yanlış yazdıysa onları siliyordu. En doğrusunu ben biliyorum diyen gromi, Okan'ın kitaba bakarken dudaklarının kıpırdadığını, ağzının oynadığını, bundan dolayı yazdıklarını yediğini, yazarak yiyecek ürettiğini, güzel olmadıysa silerek yok ettiğini söyledi. Balıkların çoğu, kılıç doğru söylüyor, en büyük Japon, var mı gromi gibisi deyip onları alkışlarken kimsecik lepistesten yana çıkmadı. Yakın arkadaşları bile lepistesi desteklemedi. Akvaryumdaki balıkların üçe bölünmesi tartışmayı giderek kızıştırdı. Yüksek sesle fikrini açıklayanlar çoğalınca lepistes, bu ortam bana göre değil. Kavgalı, gürültülü yerlerden hoşlanmıyorum, diye düşünerek akvaryumun bir başka köşesine doğru yüzmeye başladı.
Gromi, lepistesin uzaklaştığını görünce harekete geçti. Günlerdir bu anı beklemişti. Akvaryumu hükmü altına almak, balıkları istediği gibi yönetmek istiyordu. Diğer balıkların içinde karşı çıkacak karakterde balık yoktu. Lepistes öyle değildi. Dış görünüşünden pek bir şey belli olmuyordu. Sıradan bir balık sayılırdı. Tam işi sertliğe döküp hükümdarlığını ilan edeceği sırada lepistesin Beta olayını anlatması ilk anda canını sıkmıştı ama iyi olmuştu. Neredeyse baltayı taşa vuracaktı. Daha sonra lepistes ilgi odağı haline gelmiş, devamlı olarak onu göz hapsinde tutmuştu. Gün gelir lepistesi haklardı. Bunun için uygun zamanı kollamıştı. İşte o zaman gelmişti. Gromi hakaret dolu cümleler söyleyerek lepistesin üstüne gitti. Lepistes, grominin yaptığına bir anlam veremedi. Gromiden yana döndü ve onu beklemeye başladı. Gromi, lepistesin burnunun dibine kadar sokuldu ama lepistesin korkmamasına çok şaşırdı.
Gromi:  " Beni bir şeye benzetemedin galiba? " diye bağırdı. "
" Sen bir şeye mi benziyorsun? " dedi lepistes.
" Hayır, iki şeye benziyorum. Ne güzel tartışıyorduk, niye kaçıyorsun? "
" Tartışma giderek büyüyordu, sonu kavgaydı. "
" Kaçtın da kavgadan kurtuldun mu sanki? "
" Bak gromi, ben kavgadan korkmam. Bana sataşan olursa önce uyarırım. Pişman ve perişan olacağını hatırlatırım. Şimdi seni uyarıyorum. Az önce söylediğin sözler için özür dile. Bu konuyu kapatalım. "
" Sen kimsin de benim özür dilememi istiyorsun.." diyen gromi lepistese doğru hamle yaptı. Lepistes ondan böyle bir hamle beklediği için hazırlıksız yakalanmadı ve grominin hızla dönerek savurduğu kuyruğundan kurtulduktan sonra  dişlerini grominin kuyruğuna geçirdi.
Bunun üzerine daha da hırslanan gromi sağa – sola kuyruğunu sallamasına karşın lepistesten kurtulamadı. Aradan zaman geçtikçe gromi yoruldu ve akvaryumun dibine çöktü. Olayı hayret dolu bakışlarla seyreden Okan oturduğu yerden kalktı ve kuyruğu parçalanmış, yüzemeyecek durumda olan gromiyi akvaryumdan alarak:  " Kavgasız günün geçmiyordu. Sataşmadığın balık kalmadıydı. Ne yapacak diyerek seni takip ediyordum. Sonunda belanı buldun. Haydi, git bahçede yüz " dedi ve gromiyi pencereden dışarı attı. Bir daha Okan akvaryuma yabancı balık koymadı ve akvaryumdaki balıklar lepistesin önderliğinde gül gibi geçinip gittiler.

SON


Yazan: Serdar Yıldırım
69
Öyküler / Fırçala Dişlerini Şükrü
23 Temmuz , 2022, 17:28:58

FIRÇALA DİŞLERİNİ ŞÜKRÜ
" Yaşasın! Şükrü yine çikolata yemeye başladı. Biz sevinmeyelim de kimler sevinsin. Aramıza yeni arkadaşlar katılacak. Çalışmalarımız daha bir hızlanacak. İyi ki Şükrü ağız sağlığının, dişleri korumanın, diş fırçalamanın önemini bilmiyor. Bilseydi biz burada Şükrü'nün dişlerine elimizden geldiğince zarar verebilir miydik? Şükrü'nün dişlerini kemirebilir, bir daha asla eski durumuna getirilemeyecek şekilde tahrip edebilir miydik? "

" Haklısın mikrop kardeş. Şükrü her yemekten sonra, bırak her yemeği her akşam yatmadan önce dişlerin mutlaka fırçalanması gerektiğini bilseydi, sen o soruları bana soramayacak ve biz şimdi burada olmayacaktık. "

" Ne o? Neden birden durgunlaştın? Sanki Şükrü'nün bilgisizliğine üzülüyormuş gibi bir halin var. Şükrü dişlerini fırçalamıyorsa suç bizim mi yani? Fırçalamasa daha iyi değil mi? Baksana güzel güzel Şükrü'nün dişlerini kemirip duruyoruz. Hem sen elini biraz çabuk tut da Şükrü'nün azı dişinde açmaya çalıştığın o kanalı biraz genişletip içine yuvanı kur. Yeni gelenlerle sayımızın artacağının farkındasın sanırım. Sonra işsiz kalırsın bilmiş ol. "

" Kim işini kaybedecekmiş? Yok daha neler. Bu azı dişi ötekilerden daha büyük ve geniş olduğu için ben size göre daha ağır çalışıyormuş gibi görünüyorum. Oysa her şey apaçık ortada. En hızlı çalışan benim ve en geniş yuva benim yuvam. "

" Hah hah ha...Güleyim bari. En geniş yuva senin yuvan demek ki? Peki kabul. Teori olarak gayet güzel. Bu teoriyi bana nasıl ispat edeceksin bakalım. İşte ben kendi yuvama rahatlıkla sığışıyorum. Sen bırak sığışmayı o minnacık yere kafan girmez, kafan. "

İki mikrop arkadaş bu şekilde konuşmalarını sürdürürken arkalarında durmakta olan baş mikrobun farkında değillerdi. Baş mikrop: " Hey, siz ikiniz! Kesin konuşmayı. Kendinizi nerede sanıyorsunuz? Canımı sıktınız benim. İkinizden biri fazla burada. En hızlı çalışanınız burada kalır, öteki gider. Açılın bakalım şöyle, yaptığınız işi görelim. " Baş mikrop gerekli kontrolü yaptıktan sonra ikinci mikrobun işine son verdi. Yerine gelen mikropların en irisini, en güçlüsünü getirdi. Baş mikrop ikinci mikrobu götürdükten sonra yeni gelen çalışma arkadaşının hırsla işe giriştiğini, Şükrü'nün azı dişini hızla oymaya başladığını gören birinci mikrop heyecanlı bir şekilde bağırdı:  " Yaşa kocaman! Parçala Şükrü'nün dişlerini. Hiç acıma Şükrü'ye. Hepimiz elele verelim, tüm gücümüzle çalışalım da en kısa zamanda dişlerden bir tanesini bile sağlam bırakmayalım. Şükrü'nün dişlerinin hepsi çürüyüp gidecekse kabahat kimin? Fırçalasaydı efendim Şükrü dişlerini, bizleri dişleri arasında barındırmasaydı. Yaptığımızdan dolayı kimsenin bize kızmaya hakkı yok. Biz mikrobuz, işimiz bu."

Yeni gelen mikrop birkaç ay içinde üzerinde çalıştığı azı dişinin iç kısımlarına ulaştı. Burası dişin sinir uçlarının bulunduğu bölümdü. Ne yazık ki, o diş ağrımaya başladı. Bu ağrının cefasını dişlerini fırçalamayan Şükrü çekecekti. Şükrü bir gün evlerinin yakınındaki arsada oynarken dişi yine ağrımaya başladı. Arkadaşlarından izin alan Şükrü oyunu bıraktı ve bir eliyle çenesini tutarak evine doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda ağrının giderek fazlalaşması ve dayanılmaz duruma gelmesi sonucu, kendini çok sıkmasına karşın, Şükrü ağlamasına engel olamıyordu.

Karşıdan gelmekte olan genç bir adam, Şükrü'nün ağladığını görünce durdu ve ona neden ağladığını sordu. Şükrü dişinin çok ağrıdığını, günlerdir bu ağrıların kendisine rahat ve huzur vermediğini, ağrılar yüzünden geceleri uyuyamadığını, ağrıların bazen kendiliğinden yok olduğunu fakat birdenbire tekrar başladığını ağlayarak anlattı. Genç adam, çocuğun bu derece acılar içinde kıvranmasına göz yummadı. Şükrü'nün elinden tutarak onu en yakın dükkâna götürdü ve bir diş macunu ile bir diş fırçası aldı. Dükkanın önündeki çeşmede Şükrü'nün dişlerini fırçalamasına yardımcı olan genç adam, Şükrü'nün dişinin ağrısının geçtiğini söylemesi üzerine:
" İşte Şükrü, diş fırçalamanın ne kadar yararlı olduğunu kendi gözlerinle gördün. Çikolata, şeker ve yenen her şeyden sonra ağızda dişler arasında kalan artıklar, kırıntılar kısa zamanda kimyasal değişime uğrayarak aside dönüşür. Bu asit içinde pek çok türden mikrop bulunur. Bu mikroplar diş minelerine büyük zarar verir, onları yavaş yavaş oymaya başlar. Eğer biz dişlerimizin çürümemesini, ağrımamasını istiyorsak yemek yedikten sonra dişlerimizi fırçalamalıyız " diyerek Şükrü'yü evinin önüne kadar getirdi.

" Sakın unutma Şükrü, her yemekten sonra dişlerini fırçala. Şimdi sana iyi günler dilerim. " Bunun üzerine Şükrü, sevinçle: " Çok teşekkür ederim, Serdar Abi. Bundan sonra dişlerimi devamlı olarak fırçalayacağım. Size de iyi günler " diyerek evine gitti.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım


5.SINIF TÜRKÇE
ÜÇ RENK YAYINEVİ
SORU BANKASI   
OCAK 2015    SAYFA 69

70

ATATÜRK BARIŞ TARAFTARIYDI
Atatürk barış taraftarıydı
Savaş olsun istemezdi
Bir ülkenin başka bir ülkenin
Sınırını  geçmesine tahammül edemezdi.
*            *            *            *
İnsanların birbirine düşman edilip
Savaştırılmalarına karşıydı
Her millet kendi sınırları içinde
Özgür ve bağımsız yaşamalıdır, derdi.
*            *            *            *
Aradan 100 yıl geçti
Dünya milletleri Atatürk'ü örnek almadı
Zengin milletler daha zengin olmak için
Fakir milletleri böldüler, parçaladılar
Onlara silah sattılar, daha da zenginleştiler.
*            *            *            *
Fakir milletler, beyinlerini saran
Prangadan kurtulamadı
Özgür olmak istemedi
Kişisel düşünce özgürlüğü sağlanamadı
Karanlığa boyun eğildi
Işık önemsenmedi.
*            *            *            *
Biz Atatürkçüyüz diyelim
Atatürk'ü örnek alalım
Atatürk'ü sevmeyenleri
Atatürkçü olmaya davet edelim.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım  5-7-2021   
----------------------------------------------

ATATÜRK GELDİĞİ GİBİ GİTTİ
Sen bu yurdu kurtardın
Türkiye Cumhuriyeti'ni  kurdun
Tarihe ismini
Altın harflerle yazdırdın, diyerek,
Bir marş söylüyordum.
*            *            *            *
Birden odanın ortasına
Bir bomba düştü
Ortalığı toz-duman kapladı
Göz gözü görmez oldu.
*            *            *            *
Ben askerde havancıydım
Bombalara alışıktım
İleri gözetleyiciydim
Belimde kasatura
Elimde telsiz, göğsümde dürbün
Havan atışı yaptırmak için,
Dağa, tepeye çıkardım
Havan ile hedefin uzaklığını
Hesap eder, ikinci atışta
Hedefi 12'den vururdum.
*            *            *            *
Tepemden bombalar geçerdi
Ben bombadan korkmam
Bomba benden korkar, derdim.
Ben Türk Askeri'yim.
Türk Askeri hiçbir şeyden korkmaz.
*            *            *            *
Dediğim doğru çıktı
Türk Askeri korkmadı
Odanın ortasına bomba düştüğünde
Oturduğum yerden ayağa kalktım
Her türlü saldırıya hazırdım.
*            *            *            *
Göz gözü görmeye başladığında
Odanın ortasında bir kahraman belirdi
Ben bu kahramanı çok iyi tanıyordum
O kahraman Mustafa Kemal Atatürk
Bunu biliyordum.
*            *            *            *
Atatürk sağa- sola bakındı
Benden başkasını göremedi
Sen kimsin, adın ne,
Bugünün tarihi nedir, diye sordu.
*            *            *            *
Ben Serdar Yıldırım,
Bugün 29-Mayıs-2021 dedim.
*            *            *            *
Atatürk: Türk Askeri bombadan korkmaz
Türk Askeri yenilmez
Türk Askeri esir düşmez
Türk Askeri galip gelir
Yurduna saldıran düşmanlara karşı koyar, dedi.
*            *            *            *
Odanın ortasına bir bomba daha düştü
Ortalığı toz-duman kapladı
Göz gözü görmez oldu
Atatürk geldiği gibi gitti.
*            *            *            *
Bir saat kendime gelemedim
Odanın ortasında dört döndüm
Ben kendimi gerçek sanırdım
Atatürk gerçeği karşısında
Hayal bile değilmişim.
*            *            *            *
Şimdilerde Anadolu'da
Atatürk, en büyük önder ve lider
Türk insanı vatanını çok seven
Atatürk'e minnettar.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
------------------------------------------------------

TAARRUZ KEMAL 
Siz Avustralya yerlileri
İngilizler tarafından Anadolu'ya yönlendirilen
Türkler, boyun eğmedi, diyen
İngilizlerin esiri.
*       *        *        *
Siz özgür ve mutlu yaşıyordunuz
Hayattan bambaşka bir gelecek umuyordunuz
Hayat, sizin bir kilonuzu bir pula satmadı
Özgür bedenlerinizi  yetmiş kiloluk bir İngiliz'e esir etti.
*       *        *        *
Kitaplar yazar, gazeteler yazardı
Anadolu' da bir Taarruz Kemal var derdi
Haksızlığa boyun eğmez, derdi
Yenilmez yener, ezilmez, ezer de geçer derdi.
*       *        *        *
Taarruz Kemal, Anadolu'yu yurt olarak benimsemiş
Sınırları çizmiş, biz bu sınırlar içinde
Özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz, demiş.
Siz şimdi aldatan İngiliz'e mi inansanız
Yoksa kahramanca savaşan Taarruz Kemal'e mi inansanız?
*       *        *        *
İngiliz sizi zorladı, gemilere bindirdi,
Hedef Çanakkale'dir dedi.
Taarruz Kemal yok artık, dedi.
Göğsüne gelen bir kurşunla layığını buldu, dedi.
*       *        *        *
Siz havanızı basarak, naralar atarak,
Anzak Koyu' ndan Anadolu' ya ayak bastınız
Anadolu insanı bizden korksun, dediniz
Katliamlar yapmaya hazırdınız.
*       *        *        *
Türk Ordusu' nun başında
Alman komutanlar vardı
Bunlar Türk Ordusu'nu geri çekerek
Rahatça çıkartma yapmanıza izin verdi.
 *       *        *        *
Aradan bir gün geçti
Taarruz Kemal geldi, dediler
Almanlar, bütün cephelerin komutanlığını
Taarruz Kemal'e bıraktı, dediler.
 *       *        *        *
Size bir bezginlik çöktü
Bu yenilmez, bizi perişan eder dediniz
İngiliz Komutan çok uğraştı
Bu Kemal o Kemal değil, dedi.
 *       *        *        *
Mustafa Kemal Çanakkale' ye geldi
Türk Ordusu'nu düzene soktu
Oralarda saklanacak yer bulamadınız
Birçoklarınız gemilere binip, kaçtınız.

SON
 
Yazan: Serdar Yıldırım
-----------------------------------------------------------------

BEN ATATÜRK SEVDALISIYIM
Ben bir zamanlar çocuktum.
Annem bana Karaçor derdi.
Zayıf bir kara çocuk,
Özgün düşünme yeteneğine sahip,
Uygar, çağdaş,
Geçmişi araştıran,
Her güne yeni bir umutla başlayan,
Geleceği kurgulayan,
Zayıf ama güçlü, çok güçlü.
*        *        *        *
Mahalle maçlarında
Karşı takımın golcüsü iyiyse
Kaleci.
Maç normalde devam ediyorsa
Golcü.
Kaleciyse penaltı kurtaran,
Golcüyse hata affetmeyen.
*        *        *        *
Babam öğretmendi, Atatürk derdi.
Annem ev hanımı, Atatürk dedi.
Ben de uygar, çağdaşım ya
Atatürk, Atatürk, Atatürk dedim.
*        *        *        *
Benim kalbim Atatürk der atar.
Benim beynim Atatürk der çalışır.
Benim damarımda kan, Atatürk der dolaşır.
Atatürk demeden güne başlarsam,
Ayaklarım birbirine dolaşır.
*        *        *        *
Ben Atatürk sevdalısıyım.
Atatürk için bir şeyler yapmak çabasındayım.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
İnsanlar yeni bir güne umutla başlıyorsa
Bunu Atatürk'e borçludur.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım   
71

KAHRAMAN ATATÜRK
Adın anılacak dünya durdukça
Sen en öndesin insanlık var oldukça.
*              *              *              *
Yoktur bu dünyada benzerin, eşin
Vatanı kurtarmaktı senin işin.
*              *              *              *
İngiliz, fransız, yunan toplandı.
Anadolu'da batağa saplandı.
*              *              *              *
Geçilemez dedin, geçmeye geldi.
Yenilgi acısı içmeye geldi.
*              *              *              *
Tuzak kurdular, seni yenmek için,
Sonunda kahroldular, neden, niçin?
*              *              *              *
Planlar sonsuz güven altındaydı.
Düşman komutan ateş hattındaydı.
*              *              *              *
Zafer mutlaktı, yenilgi imkansız.
Türk Ordusu çözülürdü, sancısız.
*              *              *              *
Bir sen geldin, sen Mustafa Kemal'sin,
Bilemediler asla yenilmezsin.
*              *              *              *
Savaş alanında düşmana çarptın,
Düşman pişman oldu, çok iyi yaptın.
*              *              *              *
Kesin bir daha karşına çıkmazlar.
Bin yıl geçse de seni unutmazlar.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım 

---------------------------------------------- 

ATATÜRK'Ü SEVMEK ZORUNDASIN
Kalbinde sevgi olmasa da
Hiç kimseyi sevmesen de
Atatürk bu vatanı kurtardı.
Atatürk'ü sevmek zorundasın.
*            *            *            *
Özgür ve bağımsız yaşıyorsan
Köleliği düşman görüyorsan
Hür düşünmeme engel olunamaz diyorsan,
Atatürk'ü sevmek zorundasın.
*            *            *            *
Atatürk sekiz yıl ailesinden ayrı kaldı.
Gece gündüz demedi senin için savaştı.
Yurduna saldıran düşmanları perişan etti.
Atatürk'ü sevmek zorundasın.
*            *            *            *
Samsun'a senin için çıktı. 
Erzurum ve Sivas kongrelerini senin için yaptı. 
Geceleri rahat uyku uyuyorsan,
Atatürk'ü sevmek zorundasın. 
*            *            *            *
Evlendin, çocukların oldu. 
İşin var, maaşın var, aç değilsin.       
Sana bu yaşam kolaylığını sağlayan, 
Atatürk'ü sevmek zorundasın.   
*            *            *            *
Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.
Devrimlerinin takipçisi olmalısın.
Yurdunu İngiliz'e, Yunan'a, bırakmamak zorundasın.
Atatürk'ü sevmek zorundasın.

Yazan: Serdar Yıldırım 

--------------------------------------------------

YILLAR ÖNCESİNDEN BİR RÜZGAR ESTİ
Bir rüzgar esti, yıllar öncesinden
İnegöl'deki evimizin bahçesinden
O bahçede erik ağaçları vardı.
Asmada salkım salkım üzümler
Ve bir dut ağacı.
*        *        *        *
İki uzun kollu adam
Kollarını açsalar ve uğraşsalar,
Parmakları birbirine değmezdi.
Kalındı dut ağacının gövdesi.
*        *        *        *
O bahçedeki iki katlı
Ahşap bir evde doğdum.
Önceleri Serdar'dım.
Sonraları Serdar Yıldırım oldum.
*        *        *        *
Ben on iki yaşındaydım.
Yaşı benden büyük
Birtakım insanlar tartışıyordu.
Atatürk, bu ülke için ne yaptı diyordu.
*        *        *        *
Ben haykırdım: Atatürk bu vatanı kurtardı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.
Şimdi özgür ve bağımsız yaşıyorsan
Bunu Atatürk'e borçlusun.
*        *        *        *
Atatürk'e saygı duymalısın.
Devrimlerinin izinden gitmelisin.
Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.
Atatürkçülüğün en büyük savunucusu olmalısın.
*        *        *        *
" Boş versene çocuk sen ya
Atatürk senin hayatın olmuş.
Sen Atatürk dedikçe
Beynin buz tutmuş, kalbin durmuş. "
*        *        *        *
Ben, hayır, dedim.
Beynim buz tutmaz, kalbim durmaz.
Ben Atatürk dedikçe
Beynim aydınlanır, kalbim hızlı çarpar.
*        *        *        *
Aradan elli yıl geçti.
Doğduğum eve gittim, bahçeye çıktım.
Dut ağacı çok büyümüş, güçlenmiş.
Kökleri dünyanın tabanına ulaşmış.
*        *        *        *
Dedim, dut ağacı gibi,
Yıllarla benim Atatürk sevgim büyümüş.
Kollarımı bir kaldırdım ki,
Ellerim bulutları tutarmış.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım  19-6-2020
72



ATATÜRK'TEN YANA TARAFIM
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra
Asıl savaşımız şimdi başlıyor, dedi.
Ağaçları kesmedi, bataklıkları kuruttu
Yeni tarım alanları ortaya çıktı
*            *            *            *
O zamanlar Anadolu'da
40 bin tane köy vardı
Köylülere tarla, bahçe verdi
Köylü, buraları ekip biçti
Aç karnını doyurdu, mutlu oldu.
*            *            *            *
Yollar, köprüler yaptı
Fabrikalar kurdu
Buralarda binlerce işçiye
İş imkanı sağladı
*            *            *            *
Modern ve çağdaş okullar açtı
Öğrencilerin geleceğe yönelik
Bilgi ve beceriyle donanmasını sağladı
Bilimin ve aklın çizgisinden ayrılmadı.
*            *            *            *
Atatürk'ten yana tarafım
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
Yaşayan herkesi Türk olarak kabul eder
Türk şereflidir, onurludur
Vatanına ihanet etmez.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

-----------------------------------------------------------


BİZ MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ
Gelecek nesiller
Rahat etsinler diye
Çanakkale'deydik.
*       *        *        *
Çanakkale'ye gelip
Evine, köyüne geri dönemeyen
Çanakkale'ye gelip
Kimi bir gün
Kimi bir buçuk yıl
Ömür törpüleyen
Yarı aç, yarı tok
Bazen tam aç
Kahramanca savaşan
Düşmana geçit vermeyen
Canını dişine takan
Sadece kazanmayı düşünen
Türk Askerleriyiz.
*       *        *        *
Biz binlerceydik
On binlerceydik
Yüz binlerceydik
Çoğumuzun adını kimse bilmedi
Hayatımızı bir kurşuna
Bir bombaya satmadık
Direndik, yıkılmadık, yenilmedik
Bizi yenmek isteyenleri ezip geçtik.
*       *        *        *
Biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz
O, gelmeden önce siperleri gerilere
Daha gerilere kaydıran
O, geldikten sonra zafere
İmza atan Türk askerleriyiz.
*       *        *        *
Alman komutan Liman Von Sanders gitti
Yerine Türk komutan Mustafa Kemal geldi
Topçulara ateş etmeyin, bekleyin, diyen
Alman komutan gitti
Ateş, ateş diyen Mustafa Kemal geldi.
*       *        *        *
Mustafa Kemal İngiliz gemilerini
Çanakkale Boğazı'nın
Karanlık sularına gömdü
Anadolu'nun Türk yurdu
Olmasını istemeyen
İngilizlere dersini verdi.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
73

SAVAŞ KAHRAMANI ATATÜRK
Dünyanın gelmiş, geçmiş
En büyük savaş kahramanı
Kimdir diye sorsalar
Mustafa Kemal Atatürk derim.
*            *            *             *
Dünyanın merkezi konumundaki
Anadolu'da, binlerce yıldır
Yüzlerce medeniyet gelmiş, geçmiş
İki binli yıllarda Anadolu'da yaşayan insanlar,
Bu medeniyetlerin kaçta kaçını biliyor?
*            *            *             *
Dünyanın pek çok ülkesinden
Daha fazla nüfusa sahip İstanbul
28-9-2021 tarihi itibarıyla 16 milyon
Kazdıkça altından medeniyet çıkıyor.
*            *            *             *
Dünyanın en büyük medeniyet
Başkenti İstanbul'dur.
Zamanın durduramadığı
Saatlerin sessiz çaldığı İstanbul.
*            *            *             *
İstanbul'u ilk fethedeni herkes biliyor
İstanbul'u ikinci kez fetheden Atatürk'tür.
İstanbul bir daha düşman eline geçmemeli
İstanbul özgür olmalı, Türk olmalı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım 


74
Fıkralar / Nasreddin Hoca Fıkraları
31 Ocak , 2022, 21:01:40

SIĞ SUDA YÜZMEK
Nasreddin Hoca bir gün evine dönerken taşa takılmış ve su birikintisine yüzüstü düşmüş. Hoca'yı bu halde gören bir adam:
" Oldu mu Hoca, bir karış suda yüzülür mü? Madem yüzecektin derede yüzseydin, demiş.
Bunun üzerine Hoca:
" Derede herkes yüzer. Önemli olan, böyle sığ suda yüzmektir, diyerek cevabı yapıştırmış.

SEBZELİ KAVUK ÇORBASI
Nasreddin Hoca kuyunun başında durmuş aşağı bakarken kavuğunu düşürmüş. Kuyu derin inip alamaz. Kavuksuz eve gidemez. Soran olsa kavuğumu düşürdüm diyemez. Alay ederler. Bahçeden marul, maydanoz koparmış. Küçük parçalar halinde kuyuya atmaya başlamış. Burada ne yapıyorsun Hoca, diye soranlara, akşam yemeği için, sebzeli kavuk çorbası hazırlıyorum, demiş.
Adamlar, kuyuya bakıp, olabilir, deyip gitmişler. Hava karardıktan sonra Hoca kimselere görünmeden evine varmış.

HOCA ORMANDA KAYBOLDU
Nasreddin Hoca, Çarıklı Köyü'ne giderken ormanda kaybolmuş. Birkaç adamla karşılaşmış ama adamlar kaybolduğuna inanmamışlar.
" Koskoca Nasreddin Hoca ormanda kaybolmaz.. Sen buraları avcunun içi gibi bilirsin," demişler.
Nasreddin Hoca bakmış olmayacak fikir değişikliğine giderek diğer karşılaştığı adamlara, nereye gidiyorsunuz? diye sormuş. Bir iki derken, üçüncü adam Çarıklı Köyü'ne gidiyorum, demiş.
Bunun üzerine Hoca, hah, ben de o köye gidiyordum, deyip adamla birlikte köye gitmiş.

YALAN SÖYLEME YARIŞMASI
Akşehir'de en iyi yalan söyleme yarışması düzenlenir. Yarışmaya Nasreddin Hoca da katılır. Yarışmacılar, sırayla birer yalan söylerler. Sıra Hoca'ya gelince şu yalanı söyler:
" Ben büyük bir yalancıyım. "
Nasreddin Hoca'yı doğru sözlü olarak tanıyan halk jürisi, Hoca'yı birinci seçer. Böylece Hoca ödül olarak verilen eşeğe biner ve evine doğru yola koyulur.

PAPAĞAN
Nasreddin Hoca pazarda görüp beğendiği fiyatı yirmi akçe olan konuşkan papağanı uzun pazarlıktan sonra beş akçeye alır. Fakat papağanı evde bir türlü konuşturamaz.
" Ey papağan, neden böyle yapıyorsun? diye sorar.
Papağan:
" Bak Hoca, beni ucuza kapatıp beş akçeye aldın. Dünyada bir tek uyanık sen misin? Eski sahibimi buraya getir. Gözümün önünde on beş akçeyi ver. Söz sana sabah akşam susarsam namerdim. "
Hoca  adamı bulup evine getirir ve papağanın önünde on beş akçeyi verir. Bunun üzerine papağan neşelenir ve konuşmaya başlar. Anlatır da anlatır. Dört gün sonra Hoca çaresiz papağana yalvarır:
" Papağan, ne olur, sus artık!. Günlerdir uyuyamadım. Al şu iki akçeyi, " der. Papağan akçeleri alır ve susar. Nasreddin Hoca uykuya dalar ve ertesi güne kadar deliksiz bir uyku çeker.

ARAZİ ANLAŞMAZLIĞI
Nasreddin Hoca, Akşehir'de kadılık yaparken birbirlerinden şikayetçi olan iki adam huzura gelir. Biri, bana borcu vardı, ödemedi. Ben de borcuna karşılık tarlasının bir kısmını çitle çevirdim, der. Öteki, doğru, borcum var, ödeyemedim ama tarlamın bir kısmını sahiplenmesi doğru değil, der. Hoca olay yerine iki adam ve şahitlerle gider. Çiti kaldırtır. Alacağın var ama böyle yapman yanlış, der. Borcu olan adama, sen de borcunu öde, der. Adam, param yok, der. Nasreddin Hoca, paran yok ama malın var. Tarladaki buğdayı sat, der. Orada bulunan şahitlerden ve meraklı köylülerden buğdayı satın alan çıkmaz.
Bunun üzerine Hoca tarladaki buğdayı ortalama bir fiyata satın alır. Adam, paranın bir kısmıyla borcunu öder. Böylelikle mesele tatlıya bağlanır. Olanlar kısa zamanda Akşehir'de kulaktan kulağa yayılır. Herkes, bravo şu Nasreddin Hoca'ya, der.
Davaların kısa sürede sonuçlanmasının ve adaletin yerini bulmasının halkın yararına olduğu bir kez daha anlaşılır.

YÜZME YARIŞLARI
Nasreddin Hoca sofraya oturmuş. Bakmış çorba tasında iki sinek. Hanımına seslenmiş:
" Hatun koş, yüzme yarışları başladı. "

AYRAN NİYETİNE
Nasreddin Hoca yoğurt yerken, tahta kaşığı kırılmış. Çaresiz tabağı kafaya dikmiş. Onu bu halde gören hanımı:
" Hoca,  bu ne hal? Yoğurt öyle yenir miymiş? " deyince Nasreddin Hoca:
" Kaşık kırılınca yoğurdu ayran niyetine içesim geldi. " demiş.

HOCA'NIN HANIMI HORLUYOR
Gecenin bir vakti hanımı horlarken, Nasreddin Hoca'yı uyku tutmamış. Aradan bir saat geçmiş. Duvarlar sallanmaya başlayınca hanımı aniden uyanmış, yatakta oturumuna gelmiş:   
" Hoca, gürültüye uyandım. Ben horluyor muydum? " diye sormuş.
Hoca:
" Ne horlaması, hanım? Gök gürledi. Belli yağmur yağacak. " demiş.

HOCA HAVUZA DÜŞÜYOR
Nasreddin Hoca, içinde balık var mı diye bakarken, havuza düşmüş. Başlamış feryat etmeye:
" İmdat! Yardım edin, boğuluyorum. "
Kimse oralı olmamış. Adamın biri:
" Hocam, sen yüzme biliyordun ya, " demiş.
Bunun üzerine Nasreddin Hoca:
" Doğru, nasıl da unutmuşum? " demiş, iki kulaç atmış ve havuzdan çıkmış.

SON
75


KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI         
Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
Hacivat: " Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. "
Karagöz: " Hanım işkence çorbası mı pişirdi? "
Hacivat:  " İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. "
Karagöz: " Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? "
Hacivat:  " Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. "
Karagöz: " Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. "
Hacivat:  " Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. "
Karagöz: " Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. "
Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat'ı samanlıkta bulur.  1. kolcu Karagöz'e sorar: " Bu sana ne yaptı? "
Karagöz: " Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. "
2. kolcu: " Yüz sopa vuralım "
1. kolcu: " O kadarı fazla. Elli sopa yeter. "
Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz'ün boynuna sarılır: "Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. "
Karagöz'ün demesiyle  kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat'ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat'ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi.
Karagöz'den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: " Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz'e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. "

-----------------------------------------------------------------
KARAGÖZ'ÜN KARGASI                   
Karagöz:  " Hacivat, bak karga aldım. "
Hacivat:  " Ne?  Karga mı? Ne kargası? "
Karagöz:  " Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? "
Hacivat:  " Çok şaşırdım!  Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? "
Karagöz:  " Pazardan. "
Hacivat:  " Pazardan mı? Kaça aldın? "
Karagöz:  " Dört akçeye. "
Hacivat:  " Nee? Dört akçe mi? "
Karagöz:  " Evet, dört akçe. "
Hacivat:  " Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? "
Karagöz:  " Etmez mi? Ya kaç akçe eder? "
Hacivat:  " Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. "
Karga söze karışır: " Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? "
Karagöz:  " Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. "
Karga, Karagöz'ün kolundadır. Hacivat'tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler.
Karga: " Senin adın Hacivat mı? "
Hacivat: " Evet Hacivat. "
Karga: " Nerelisin? "
Hacivat: " Buralı."
Karga: " Burası neresi? "
Hacivat: " Şey, yani Bursa. "
Karga: " Bursa'nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? "
Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer.  Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz'den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat'ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: " Hacivat korktu. Karga, parçala onu. " diye bağırır.
Karga: " Sen sus Karagöz, " der.  Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar.
Karga, Hacivat'a döner: " Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. "
Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın.
Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat sorar: " Vay Karagöz, karga yok mu? "
Karagöz: " Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? "
Karagöz: " Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler..  Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga?  Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. "
Hacivat: " Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? "
Karagöz: " Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? "
Hacivat: " Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. "
Karagöz: " Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle " der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar.

---------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ             
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: " Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. "
Karagöz: " Buldun işte ne olacak? "
Hacivat: " Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. "
Karagöz: " Senin hanım tabak mı pişirdi? "
Hacivat: " Tabak değil, kabak pişirdi. "
Karagöz: " Tamam gelirim. "
Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: " Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. "

--------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER                   
Karagöz: " Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? "
Hacivat: " Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. "
Karagöz: " Mesela ne kadar eski? "
Hacivat: " Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. "
Karagöz: " Dost acı söylermiş, doğru mu? "
Hacivat: " Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. "
Karagöz: " Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. "
Hacivat: " Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. "
Karagöz: " Bre Hacivat, acılı Adana söyle. "
Hacivat: " Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. "
Karagöz: " Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. "
Hacivat: " Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. "

----------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL                                                       
Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir:
" Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? "
Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer.
Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: " Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. "
Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: " Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. "
Hacivat: " Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. "
Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat'ın alay ettiğini anlar. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz'ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı kovalar ancak yakalayamaz.

------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI                             
Hacivat: " Karagözüm, yanında torba var mı? "
Karagöz: " Hı.. "
Hacivat: " Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. "
Karagöz: " Sabah içtiğim mercimek çorbası. "
Hacivat: " Çorba değil, torba dedim. "
Karagöz: " İşkembe çorbası, yayla çorbası. "
Hacivat: " ? "
Karagöz: " Tavuk çorbası, deve çorbası. "
Hacivat: " Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? "
Karagöz: " Deveyi yatırırsın falakaya. "
Hacivat: " Hani deve nerede? "
İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır.

-------------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN           
Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa'da Karagöz'ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur.  Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz'ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz'ün yanında alır.
Hacivat: " Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden  dağıtıyorsun? "
Karagöz: " Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. "
Hacivat: " Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? "
Karagöz: " Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. "
Hacivat: " Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. "
Karagöz: " Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. "
Hacivat: " Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. "
Karagöz: " Tamam Hacivat, dediğin olsun. "
Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır.
Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat'a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz'ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar.
Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz'ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz  bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner.
Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der.
Hacivat: " Yani artık akıllandın. "
Karagöz: " Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. "
Hacivat, Karagöz'ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat'a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der.
Hacivat: " Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın?    " diye sorar.
Bunun üzerine Karagöz: " Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur  harcarım. " der.

-----------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR           
Karagöz: " Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. "
Hacivat: " Söyle bakalım Karagözüm. "
Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka conki. "
Hacivat: " Bu ne biçim atasözü? "
Karagöz: " Yanlış mı söyledim. "
Hacivat: " Tabi yanlış söyledin. "
Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka Karagöz. "
Hacivat: " Yine yanlış. "
Karagöz: " Neresi yanlış. "
Hacivat: " Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? "
Karagöz: " Karalı bir şey vardı sonunda. "
Hacivat: " Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. "
Karagöz: " Buldum. Kara kara. "
Hacivat: " Hayır. "
Karagöz: " Karabiber. "
Hacivat: " Olmaz. "
Karagöz: " Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. "
Hacivat: " Söyle bakalım. "
Karagöz: " Hacivat Karagöz'e baka baka Karagöz. "
Hacivat: " Hayda? Bu ne demek? "
Karagöz: " Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. "
Hacivat: " Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. "
Karagöz: " O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. "
Hacivat: " Şimdi ne oldu? "
Karagöz: " Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. "
Hacivat: " Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz.  Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. "
Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat'ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat'ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat'ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz'ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider.
Akşamüstü eve gelen Hacivat'a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz'le konuştuklarını nakleder. Karagöz'ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde  kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der.
Hacivat'ın Hanımı: " Şu senin gözü kara başka birinin daha evine  girmeye kalkmasın? "
Hacivat: " Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. "

-----------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT:  İNEGÖL'E ON İŞÇİ             
Hacivat: " Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. "
Karagöz: " Hı. "
Hacivat: " At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl'e patates toplamaya. "
Karagöz: " Dişim ağrımıyor ki, İnegöl'e dişçiye niye gideyim? "
Hacivat: " Dişçiye değil, işçi gideceksin. "
Karagöz: " Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. "
Hacivat: " Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. "
Karagöz: " O zaman neden ağladın? "
Hacivat: " Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. "
Karagöz: " Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. "
Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır.
Hacivat: " Haydi, İnegöl'e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. "
Karagöz: " Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? "
Hacivat: " İnegöl'e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. "
Karagöz: " Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. "
Hacivat: " Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl'e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. "
Karagöz: " Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. "
Hacivat: " Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. "
" Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, " diye yürüyüp giden Karagöz'ün arkasından Hacivat bakakalır.

----------------------------------------------------------------------------
EN AKILLI KARAGÖZ                         
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: " Karagözüm, bal almak ister misin? "
Karagöz: " Hı.. "
Hacivat: " Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. "
Karagöz: " Zaten eskiden beri benim hayalim. "
Hacivat: " Hayalin mi? Ne hayali? "
Karagöz: " Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. "
Hacivat: " Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. "
Karagöz: " Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. "
Hacivat: " Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. "
Karagöz: " Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. "
Hacivat: " ... "
Karagöz: " Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. "
Hacivat: " Nasıl yani? "
Karagöz: " Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. "
Hacivat: " Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? "
Karagöz: " Kaybolmasın diye beynime doldurdum. "
Hacivat: " Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? "
Karagöz: " Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. "

------------------------------------------------------------------
KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA             
Hacivat: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. "
Karagöz: " Sor bakalım ama kolay olsun. "
Hacivat: " Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? "
Karagöz: " Parayı yanında taşır. "
Hacivat: " Olmaz. "
Karagöz: " Parasız kaymak nasıl alacak? "
Hacivat: " Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. "
Karagöz: " Süthaneyi yanında taşır. "
Hacivat: " Olmaz. "
Karagöz: " Mandırayı yanında taşır. "
Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. "
Karagöz: " Hayvan mı? "
Hacivat: " Evet, büyükbaş bir hayvan. "
Karagöz: " Buldum. Fil. "
Hacivat: " Fil değil. "
Karagöz: " Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? "
Hacivat: " Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. "
Karagöz: " Çamur hayvanı. "
Hacivat: " ... "
Karagöz: " Hayvan çamuru. "
Hacivat: " ... "
Karagöz: " Tamam buldum. Öküz. "
Hacivat: " Öküzün sütü nerede? "
Karagöz: " O zaman inek. "
Hacivat: " İnek benzeri, manda gibi. "
Karagöz: " Şimdi aklıma geldi: Manda. "
Hacivat: " Doğru Karagözüm, bildin. "
Karagöz: " Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. "

Yazan: Serdar Yıldırım