Bebeklerinize okuyabileceginiz masallar

Başlatan SiRiNe, 02 Ekim , 2010, 21:29:58

« önceki - sonraki »

мiŁenα.

Şimdilik netten açıyorum okunuyor eymen dinlemior ama duyuyor alışsın kulağı ::)


::) ::) ::)


Daha sonra anlayınca ben okicam ::)


:love9: :love7: :love9:


SiRiNe

:k06: :k06: benimkilerde bisi anlamiyorlar ben ögle uykusundan uyandiklarinda okuyorum  cunki gece rutini genellikle muhallebilerini yedikten sonra pijamalarini giyip yatiyorlar

ama hic bisi anlamiyrlar tabiki tv bakiyorlar bagiriyorlar :toothy10:


βαlκιz

kızlar bişey ögrendim söylim sizede
3-5 yaş arası yanılmıyosam böyle masallar okunması doğru değilmiş
daha çok bol resimli kitaplar okunmalıymış
okudugum yazıyı bulim sizle paylaşırım
:love3: güηвє güη вüуü∂üηüz ιçιм∂є,güηвє güη вüуüуσяѕυηυz şιм∂ι gözüмüη öηüη∂є  :love3:

SiRiNe

Benim evdeki kitaplar cocunlukla resimli

yazi bir kac satir

valla gulsahcim canim artik ne dogru ne yanlis bilinmiyor

cocuk konusmaz diyoruz cok kitap okuyun cok konusturun cocugunuzla cok konusun diyorlar

ardindanda masal okumayin diyorlar  :ehi:

burda herkez masal okuyor bebeklerine resimli olarak minik kitaplardan

hatta uykudan önce rutin oluyor bazi  bebekler icin derin uykuya daliyorlar

ben sakincasi oldugunu dusunmuyorum

Lă_Tăhzen!

yeni tasındıgım yerde ev sahıplerının çocukları var kıtaplıkta masal kıtaplarını bırakmışlar okuyorum valla bizim kıza Aselde tepki veriyor guluyor çırpınıyor  :D bi de ses tonunu degıstırerek okudugum zaman onun içinde zevklı hale geliyodur  :D

SiRiNe

nur ne guzel demek kitap  birakmislar  :k06: :k06:

Burda her evde her bebegin kitaplari var ya, nasilda cok hoslarina gidiyor resimli renkli kitaplar

burda 8 yasindaki bir cocuk eminimki benden dahada cok kitap okumus bitirmistir, tum unlu masallari vs


tubali

konu muhtesem bir fikirr...
saol duygucumm tesekkur ederiz oglum ve ben...
benim oglumda dinlemior amaa olsun arada okuyoruzz... :k06: :k06:

SiRiNe

Alıntı yapılan: tubali - 08 Kasım , 2010, 15:32:20
konu muhtesem bir fikirr...
saol duygucumm tesekkur ederiz oglum ve ben...
benim oglumda dinlemior amaa olsun arada okuyoruzz... :k06: :k06:
Rica ederim canim

bol resimli masal  kitaplarin varsa daha iyi

aslinda ben yurt disinda bulamadigim icin bu masallari okuyorum bulabilseydim resimli guzel kitaplar alirdim ama malesef yok  :dontknow:

Isvecce kitaplar var ama ben ana dillerini ögrenmeleri icin Elimde olan bir kac turkce masal kitaplarini okuyorum
:k06:  siz iyisiniz yani orda bulursunuz guzel kitaplar

Birde canim oglunun okumayi sevmesini istiyorsan kitaplari sevimli göster ona, mesela oyuncak alirken ona yaninda resimli kitapta al ilk önce belkide resimlere bakar sonrada buyudugunde okuyacak caga geldiginde okur




tubali

08 Kasım , 2010, 17:24:55 #23 Son düzenlenme: 08 Kasım , 2010, 17:29:23 tubali
ewet kitaplarla arası cook ii oglumunn...
ama maalesef aldıgım resimli hikaye kıtaplarını yırtıyorr resimlerine bakarken...
resimleri incelemesini sewiyor amaa maalesef yırtıyorrr...
bndee simdilik eline wermiorum kitapları yazık degilmi agaçlaraa...
kitaptan okudugum zamndaa istiyor vermemii
nysee birsure sonraa denerim tekrarr

SiRiNe

Alıntı yapılan: tubali - 08 Kasım , 2010, 17:24:55
ewet kitaplarla arası cook ii oglumunn...
ama maalesef aldıgım resimli hikaye kıtaplarını yırtıyorr resimlerine bakarken...
resimleri incelemesini sewiyor amaa maalesef yırtıyorrr...
bak senn yaramaza   :k06: :k06: :k06:

tubali

yaramaz kii ne yaramazz

ama olsun MİNİK YARAMAZ PRENSİM O BENİM...

duygucumm :opucuk:

βαlκιz

duygucum tabi kitap okuncak ama böyle uzun masallar okumayın daha çok
kısaa kısaa hikayeler bol resimli olanlardan okuyun diyolar
bende bilmiyorum
:love3: güηвє güη вüуü∂üηüz ιçιм∂є,güηвє güη вüуüуσяѕυηυz şιм∂ι gözüмüη öηüη∂є  :love3:

இܓiڪے†∂ηßﺙuℓ இܓ

Kendini Beğenmiş İstiridye


Bir varmış, bir yokmuş... Beyaz dantelli, masmavi dalgalarıyla uçsuz bucaksız kumsalı okşayan denizlerden birinde bir istiridye ailesi varmış. Hani yazın deniz kenarında oynarken bulduğumuz, istiridye kabukları var ya, işte o elbiseleri sırtında taşıyan bir aileden söz ediyoruz. Evet ne demiştik bu istiridye ailesi pek kalabalıkmış... Kiminin elbiseleri rengarenk, kiminin ki bembeyazmış. Hepsi birbirlerini pek sever, deniz gibi dünyalarında sevgi içinde yaşarlarmış. Komşuları yengeçlerle, minarelerle, deniz yıldızlarıyla da çok iyi geçinirlermiş. Bazen de yosun ormanlarında piknik yaparlarmış.

Günlerden bir gün, oldukça iri, pembe ışıltılı elbisesiyle gerçekten de çok güzel olan Pembeli'nin etekleri arasına kum tanesi sıkışıvermiş. Pembe istiridye, önce bu minicik kum tanesinden pek rahatsız olmuş. Silkelenmiş, eteklerini açıp kapamış, ama boşuna! Minik kum tanesini bir türlü içinden atamamış. Zaman geçtikçe de acısı azalmış, rahatsızlık duymaz olmuş. Hatta o kum tanesini unutuvermiş bile.

Komşuları Yandanbacak Yengeç Hanımın evine misafirliğe gittiği bir gün, şöyle bir eteklerini savurup, deniz kestanelerinden birinin yanına oturmuş.Oturmuş oturmasına ya, oturmasıyla Yandanbacak Hanımın çığlığı basması bir olmuş.

- AAA! Eteklerinin arasında pırıl pırıl parlayan şey de ne öyle?

Pembelinin yüreği HOP oturmuş HOP kalkmış! Eteklerini açmış, kapamış. Açmış, kapamış. Derken bir de ne görsün? Kıvrımların arasında pırıl pırıl minicik bir nokta çapkın çapkın göz kırpmıyor mu?

- Ay, Ay, Ay! Sen nerden çıktın böyle? Diye bağırma sırası ona gelmiş bu kez...

Onların bu şamatasına, az ilerde oturan Midye Nine koşmuş.

- Hey... Neler oluyor öyle? Niçin bağrışıp duruyorsunuz?
Yandanbacak Yengeç Hanımla, Pembeli hemen olanları anlatıp, pırıltılı noktayı ona da göstermişler. Ah bir görseniz, Midye Nine ne gülmüş, ne gülmüş.bir yandan da "Sizi gidi cahil çocuklar sizi," diyormuş. "Bunda korkacak, telaşlanacak ne var? O gördüğünüz şeye İNCİ derler. Pek de kıymetlidir haberiniz olsun. Sakın onu herkese göstereyim deme Pembeli... Hatta saklamaya çalış, yoksa senin için iyi olmaz."

Sen misin bunu söyleyen? Pembeli zaten kendini beğenmiş ya, bu defa da kibirli olmuş. Çıkmış bir kayanın tepesine kurulmuş. Artık ne kimseyle bir oyun oynuyor, ne de ailesine ev işlerinde yardımcı oluyormuş.

Anlayacağınız, "İNCİLERİM DÖKÜLÜR"diye ödü kopuyormuş. Önce arkadaşları bu işe kızmışlar.onu yeniden aralarına çekmeye çalışmışlar, ama sonunda herkes günlük işlerine dalıp onu unutmuş.

Bu arada Pembeli'nin incisi de her geçen gün biraz daha büyümüş, biraz daha ışıltılar saçar olmuş. Pembeli, incisiyle övünüyormuş ki Midye Nine'nin öğüdünü bile unutmuş. Gelene geçene incisini gösterip duruyormuş. Koca okyanusta, onun incisinin güzelliğini duymayan kalmamış.

Günler günleri kovalamış. Derken bir gün, Pembeli'nin gözleri kuvvetli bir ışıkla kamaşıvermiş. Bir de bakmış ki, o güne kadar hiç görmediği iki yaratık çevresinde yüzüyor. Ellerindeki ışıklı bir cihazı da etrafa tutup duruyor. Pembeli bu, incisini göstermeden durur mu? Hemen elbisesini şöyle bir savurmuş. İnci, kuvvetli ışık altında öyle bir parlamış, öyle bir parlamış ki, nerdeyse etrafını apaydınlık yapmış. Ve pembeli ne olduğunu anlayamadan, bir el uzanıp, onu kayadan koparmış. Kendisi gibi pek çok istiridyenin daha bulunduğu bir torbaya atıvermiş.

Pembeli başına gelenleri anlamış anlamasına ya, artık kurtuluş olmayacağının da farkındaymış. Kendi kendine, "Ah keşke Midye Nine'nin öğüdünü tutsaydım," diye ağlamaya başlamış. "Çevremdeki dostlarımı kırmasaydım hepsi beni inci avcılarından korurdu."

Ya işte böyle arkadaşlar... Pembeli incisiyle övündüğüne, dostlarını kırdığına pek pişman olmuş, ama ne demişler, "SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ".

இܓiڪے†∂ηßﺙuℓ இܓ

Benim Bir Ağacım Var

O gün çok güzel bir gündü. Gökyüzünde kuşlar sevinçle uçuşuyorlardı. Ağaç dallarının arasında birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Bazen de kavga ediyor olmalıydılar ki, çok fazla gürültüleri yükseliyordu havaya. Bir taraftan da hoş bir melodi gibi arı vızıltıları geliyordu kulağa. Her şey uyanmış, işinin başına geçmişti anlaşılan. Rengarenk benekli kelebekler de boş durmuyorlardı. Onlar da çiçekten çiçeğe konmak için yarış ediyorlardı sanki birbirleriyle. Bir yandan da evin yan tarafından akan dereden güzel bir su sesi geliyordu.



Serpil güzel ve rahat bir uykudan uyanmıştı. Evin avlusundaki çeşmeden ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra da annesinin hazırladığı kahvaltıdan yedi afiyetle. Her şey çok güzeldi. Güneş onun için gülümsüyordu sanki. Kuşlar onun için cıvıldaşıyorlardı. Kelebekler en güzel renklerini ona göstermek için yarışıyorlardı. Ya şu dereden gelen su sesine ne demeli? Çok güzel bir gündü.



İşte bu güzel gün, Serpil'in içini coşturmuştu. Oyun oynamak için sabırsızlanıyordu. Ama arkadaşlarının hiçbirine ulaşamazdı bu saatte. Bu duyguyu yaşayınca içinde garip bir acı duydu. Çünkü Arkadaşlarının çoğu şimdi tarlada ya da bahçede ailelerine yardım ediyorlardı. İçinden, "Şu tatilleri de sevmiyorum. Bütün arkadaşlarımın işleri var. Onlarla şu güzel günde bir araya gelip oynayamıyoruz bile. Oysa okulda hep birlikteyiz. Hiç olmazsa teneffüslerde dilediğimiz gibi oynayabiliyoruz." dedi.



Bir müddet, "Acaba ne yapsam?" diye düşündü. "Biraz kırlarda dolaşıp, çiçek toplayayım. Topladığım güzel çiçekleri vazoya koyarım." İçinden muzip muzip güldü. "Acaba ninemi ikna edip, halatları ondan nasıl alabilirim? Eğer onu ikna edip, halatları alırsam güzel bir salıncak kurdururum dedeme. Oh ne güzel bir düşünce" diye geçirdi içinden. Ama önce kırlarda biraz dolaşsam iyi olur" dedi. Sonra da, içinden şarkılar söyleyerek zıplaya zıplaya kırlara doğru koşmaya başladı. Şimdi kendini çok daha mutlu hissediyordu.



Topladığı bir demet kır çiçeğiyle eve döndü. Dedesi avluda bir şeylerle uğraşıyordu. Dedesini görünce çok sevinmişti. Dedesini çok seviyordu
Serpil. Çünkü dedesi onun en iyi dostuydu. Masal arkadaşıydı. Dedesinin elinde bir tutam uzun uzun çubuklar vardı. Yanına yaklaştı. Sevinçle, "Nasılsın Dedeciğim? Bak çiçeklerime? Ne kadar güzel. Dede ninemden halatları istesek acaba verir mi? Çok güzel bir gün. Ben de çok mutluyum, ama benimle oynayacak hiç arkadaşım yok. Çok yalnızım ve sıkılıyorum. Eğer ninem halatı verirse, bana salıncak kurar mısın? Dedeciğim elindeki çubuklar da ne acaba?"



"Ohhh!! Hele şükür elimdekileri fark edip sordun. Kızım bir soru sorulduğunda ya da konuşulduğunda, karşılığını almadan başka bir soru sorulmaz. Ya da farklı bir konudan bahsedilmez. Ben şimdi senin sorduğun soruların hangisine cevap vereyim bilemiyorum?"



"Oh, evet haklısın dedeciğim. Özür dilerim. Kendimi çok yalnız hissediyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bu yüzden de kendi kendime oynayacağım oyunlar düşünmüştüm kafamda. Seni de görünce hepsini birden sıralayıverdim. Kusura bakma. Şey, en son sorduğumdan başlayabilirsin. Elindeki çubukların ne olduğunu sormuştum."



"Peki tamam. Yalnızken insanların kendini nasıl hissettiklerini çok iyi bilirim. Bu yüzden içindeki sıkıntılı duyguyu anlıyorum. Elimdekiler birer çubuk değil. Bunlar birer fidan."



"Fidan mı?"



"Evet, bunlar; erik, kayısı ve badem fidanları. Bunları bugün bahçemizin kenarlarına dikeceğim. Büyüyünce, hepsi birer meyveli ağaç olacaklar."



"Ama dede, madem meyveli ağaç olacaklar. O halde bahçenin iç kısımlarına dikmen daha doğru olmaz mı? Hem gelen geçen çocukların ve hayvanların meyvelerine uzanmasından korunmuş olmazlar mı?"



"Hah ha ha.. İlahi kızım. Hiç senin gibi düşünmemiştim. Senin söylediğin gibi de düşünülebilir, ama ben öldükten sonra da arkamdan dua edilmesini istiyorum. O yüzden bu fidanları bahçe kenarına dikiyorum."



"Bahçe kenarında olduğu için neden sana dua etsinler ki dede? Doğrusu hiçbir şey anlamadım."



"Bak şimdi. Ben bu fidanları bahçenin kenarına ektiğimde büyüyüp, meyveli birer ağaç olacaklar değil mi?"



"Evet."



"Bunlar büyüdüğünde, çocuklar geçerken yiyecekler. Bahçenin kenarından geçen yolcular yiyecek. Sonra, yoldan geçen hayvanlar, ağacın dibine düşen meyvelerini yiyecekler. Böylece benim dikmiş olduğum bu ağaçtan, bir çok şey faydalanacak. Mutlu olacak. Bu yüzden de, ben ölsem bile, Allah bana sevap yazacak. Böylece ben sürekli sevap almış olacağım. Hem belki de yoldan geçen ve aç olan bir yolcu yiyecek bu ağaçların meyvesinden. O yolcunun, açken bir meyve yemesi ve şükür etmesi ne kadar güzel değil mi? Arkasından da, "Bu ağacı eken her kimse Allah ondan razı olsun. Allah onun ruhunu şad etsin" diye dua etmesi bana yeter kızım. Ben bu ağaçları bunlar için dikeceğim zaten."



"Anladım dede. Sen hem ahirette, hem de dünyada meyvelerinden yiyeceksin diktiğin ağaçların."



"Ah benim akıllı kızım. Ne de çabuk anladın. Şimdi sen de, her iki yerde de meyve verecek olan bu ağaçlardan dikmek ister misin?"



"Tabiî isterim dede."



"Öyleyse hadi gel bakalım. Şu fidanları daha fazla sıcağın altında bekletmeden toprağa gömelim."

இܓiڪے†∂ηßﺙuℓ இܓ

Pembe Yün Yumağı

Bir varmış, bir yokmuş... Küçük bir kentte, her çeşit eşyayı satan bir dükkan ve bu dükkanda yıllarca alıcı bekleyen bir yün yumağı varmış.

Yün yumağı deyip de geçmeyin sakın... Tüylü mü tüylü, pembe mi pembe, yumuşak mı yumuşak bir yumacıkmış bu. Önceleri kocaman bir naylon torbada, tıpkı kendisine benzeyen pek çok yumakla bir arada yaşıyormuş. Diğer kardeşleri birer, ikişer satılmış. Sonunda bu yumak tek başına kalıvermiş. Dükkanın sahibi de onu, vitrini süslesin diye camın arkasında bir yere yerleştirmiş. Yıllar geçmiş, yün yumağı aynı yerde durmaya devam etmiş. Nedense kendisini almak isteyen kimse çıkmamış.

Aslında o, üzerine düşen görevi çok iyi yapıyormuş. Rengarenk kumaşlar, allı güllü bluzlar, okul önlükleri, perdelikler ve havlular arasında, başını uzatıp uzatıp çevresine gülücükler dağıtıyormuş. Ama gelin görün ki, bu karışıklık içinde kimse onu fark edemiyormuş.

Yün yumağı bu işe öylesine üzülüyormuş ki, gün geçtikçe içine kapanmaya başlamış. Ne çevresindeki şık giysilerin yüzüne bakıyor, ne de kendisiyle arkadaş olmaya çalışan şişlerle konuşuyormuş. Eski parlaklığını kaybetmiş, tüylerinin kabarıklığı solmuş. Vitrini seyredenlere gözünün ucuyla bile bakmaz olmuş. Tabii çok geçmeden dükkan sahibi de ondaki bu değişikliği fark etmiş. Çırağını çağırıp, "şu eski yumağı vitrinden alıp, depoya atıver," demiş. "bu soluk haliyle vitrinin görünüşünü bozuyor."

İşte bizim pembe yün yumağının serüveni de böylece başlamış. Küçük çırak, yumuşacık yumağın eski kumaş toplarının, kirli kağıtların durduğu depoya atılmasına kıyamamış. Çünkü daha sonra oradan da çöpe gönderileceğini biliyormuş. Patronuna dönüp, "onu ben alabilir miyim?" diye sormuş. Dükkan sahibi,"hiçbir işe yaramaz, ama madem ki istiyorsun al o halde," demiş. Çocuk akşam dükkanı kapatmaya hazırlanırken, yün yumağını da cebine atmış. " hiçbir işe yaramasa bile, Tekire oyuncak olur," diye düşünüyormuş. Dükkan kapandıktan sonra küçük çırak sa evin yolunu tutmuş.

Pembe yumacık, yıllardan beri ilk kez sokağa çıkıyormuş. Çevresindeki gürültüden bunalmış, otobüstde buram buram ter dökmüş. Küçük çırağın cebinde saatler süren bir yolculuktan sonra evine varmış. Küçük çırağın annesi, oğlunun cebindeki şişkinliği görünce, "yoksa yine eve sokakta bulduğun bir kedi yavrusunu mu getirdin?" diye çıkışmış. İşte o zaman çocuk da cebindeki yumağı hatırlamış.

- Hayır anneciğim, bu kez sana bir şey getirdim.

Demiş ve cebindeki yumağı çıkarmış.

Annesi,"iyi de yavrum şuncacık yünle ne yapılır? Birkaç tane olsaydı sana kaşkol örerdim hiç değilse,"demiş.

Yumacık evdekilere güzel görünmek için şööyle bir silkelenmiş. Tozlarından arınmış. Tüylerini kabartmış, için için, "belki beni beğenirler de birşeyler örerler..." diye ümitleniyormuş. Ama boşuna... Küçük çırak,"madem öyle ben de bunu Tekir'e veririm, oynar" demiş.

Aman, zaman demeye kalmadan, yumacık kendini sobanın arkasında uyuklayan kedinin pençeleri arasında buluvermiş. Tekir, yeni oyuncağını görünce pek sevinmiş. Bir pençe, bir pençe daha derken, zavallı yün yumağı iyice eski bir görünüm almaya başlamış.

İşte tam o sırada küçük çırağın ablası, yün yumağının imdadına yetişmiş. "Aaa... Yazık değil mi bu yumağa?" diye bağırmış. "Ne güzel... Pespembe... Hem de yepyeni... Hiç kediye oyuncak yapılır mı?"

Yün yumağı yıllardır özlemini çektiği dosta kavuştuğunu anlamış o an... Sevinçle gülümsemiş genç kıza. Kız da onu dostça okşayıp,"Ne güzel, yumuşacık," demiş. " Ben ondan öyle güzel bir şey yapacağım ki, bayılacaksınız."

Gerçekten de birkeç dakika içinde pembe yün yumağı, genç kızın marifetli parmakları arasında pembe bir bebeğe dönüşüvermiş. Kara boncuktan gözleri mutlulukla parlıyor, kırmızı sutaşından yapılmış ağzı tatlı tatlı gülümsüyormuş çevresindekilere.

Genç kız yaptığı bebeği öylesine sevmiş ki, hemen kitaplığın üzerinde bir rafa yerleştirmiş. Gelen, giden konuklar bebeği her görüşlerinde "Aferin doğrusu," diyorlarmış. "Önemli olan çevremizdekilere değer vermek. Bakın, azıcık sevgi ve özenle, çöpe atmaya kalktığımız yumak evin en değerli köşesini süsledi... "